Baraj: Para, kadın, kumar

Köyde haberler fısıltılı halde dolaşıyordu. Baraj kelimesini ilk defa duyuyordum. Fakat mana da veremiyordum. Anlamıyordum bu kelimeyi. Özellikle akşamları daha fazla şehirde gidip gelen amcamlara oturmaya babamla beraber gittiğim zamanda, baraj kelimesini daha fazla duymaya başlıyordum. Ramazan amcam, büyük bir heyecan anlatıyordu. Konuştuğunda yüzünde sıcak bir gülümseme yayılıyordu. Umut, neşe, sevinç ve heyecan yansıtan bir yüz…Babam, dört kardeşin en küçüğü idi. Ses etmeden dinliyordu. Baraj, istimlak, banka, para, apartman kelimelerini hep beraber telaffuz ediliyordu. Çoğunun anlamını bilmiyordum. Keban adını da, Keban Barajı adını da ilk bu ev konuşmalarında duydum. Fakat yine de bana heyecan veriyordu. İlgiyle, pür dikkat dinliyordum.

            Keban Barajı, artık köyde herkesin ağzında dolaşan bir terkipti. Keban ve baraj ayrı ayrı kullanılıyordu. Çoğunlukla da baraj kelimesi öne çıkıyordu. Baraj, yeni haberlere ve yeni heyecanlara eşlik ediyordu. Umut ve sevinç köyün tüm evlerine, kahvehanesine, tarla ve bahçelerine, harman ve akşamlarına yayılıyordu. Para bekleyenler, yeni hayat bekleyenler, şehirde apartman ya da daire sahibi olmayı bekleyenler… Bütün bekleyişler umut ve coşkuyla dolup taşıyordu.

            Önce istimlakler başladı. Tarlaların, mevkilerin ve kişilerin adları geçiyordu. Para alanlardan haberler yayılıyordu. Hısanı Goçkar( Eskici İhsan) adını çok geçiyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Heybeyle ve çuvalla para aldığını söylüyorlardı. Hiç görmemiştim, ama hayal ediyordum. Eskici bir adam birden çok zengin mi olmuştu? Tarlası vardıysa neden eskicilik yapıyordu? Kimseye bu soruları soramıyordum. Uzaktan akrabamız olurdu. Ağınsı köyündendi. Ovadaki köylerden…Baraj altında kalacağı için köy tamamen istimlak ediliyordu.

            Altın Ovadaki köyler boşalmaya başlandı. Ağınsı, Habusu, Alişam…Hepsini de çocukluğumda gördüğüm köylerdi. İlk değirmeni Alişam’da görmüştüm. İlk araba ve karayolunu da. Bu köylerdeki camuslar, çayırlar, büyük tarlalar, kazlar hep dikkatimi çekmişti.  İki halam da bu köylerin birisinde evliydiler. Onlara da gitmiştim. Burada traktörleri, büyük kahvehaneleri, somun ekmeğini, buğday biçme makinesini görmüştüm. Pamuk ve pancar tarlalarımız vardı. Annem ve babam üç kilometre uzaktaki köyümüzden buraya gelirlerdi. Verimli topraklardı. Pamuklar boylarımızdaydı.

            Alişam Tepesi, ovanın ortasındaydı. Amcaoğlu Naci ile eşeksırtına attığımız iki çuval buğdayı Alişam’da değirmene görürken bu tepenin yanından geçmiştik. O zamanlar henüz baraj ortaya çıkmamıştı. İnsanlar, tarlalar, camuslar, çayırlar, traktörler etrafta kımıldanıp duruyordu. Başka bir dünyaya uyanmıştım sanki.

Ovadaki köyler boşaldıkça bir telaş ve hüzün ortaya çıkmıştı. Baraj, su ile yüzünü göstermeye başlamıştı. Ovanın en aşağısından yukarıya doğru geliyordu. Alişam Tepesine kavuşunca gerçekliğini kabul etmeye başladık. Zamanla Alişam Tepesi suyun ortasında kaldı. Kocaman bir deniz ortaya çıkmıştı bizim için! Hayatımızda başka deniz bilmiyorduk. Bu kadar büyük baraj gölüne de deniz diyorduk.

Halamlar da bu ovada oturuyordu ve onlar da taşındılar şehre. Ağa çocukları ile evliydi iki halam da. Taşındıkları zaman bazı kıymetli ev eşyalarını bize hediye ettiler. İnsan boyunda küpler ve turkuaz zemin üzerine renk renk koca yaprak desenli sedir yastıkları. Onları hiç unutmuyorum. Yıllarca bu sedir yastıkları ile yaşadım. Hoşuma gidiyordu. Büyüklerdi, desenleri ve renkleri ile beni cezbediyordu. İnsan boyuna varan büyüklükteki topraktan yapılmış küpler ise daha dikkat çekiciydi. Onları ambarımıza koyduk. İçine buğday, un gibi yiyecekleri doldurduk. Babaannem bunları görünce hüzünlenmişti. Bunların kendi evlerine ait olduğunu hatırlamıştı. Kendisinden sonra kızlarına kalmıştı. Şimdi de bize gelmişti küpler. Üzerlerinde sanat ve tarih taşıyorlardı. Zenginliği, tarımı, acı yaşanmış olayların görgü tanıklığı vardı. Eşyalar deyip geçmeyelim. Onların da tarih ve sosyolojileri var. Hayatımıza katılırlar ve hayatımızdan hafıza oluştururlar. Bu küpler de öyleydi.

Baraj, tarlaların istimlaki ile beraber insanları kucak dolusu paralarla tanıştırdı.  Hayatları hep tarla ve toprak ile geçen insanlar, birden kucaklarında çuval dolusu paralar bulmuştu. Bununla ne yapacaklardı? Banka, faiz, reno taksi, apartman imdada koştu. Elazığ Hacı Muratlar ve Reno Taksilerle dolmaya başladı. Daha düne kadar motor(traktöre öyle deniyordu) ve öküz ile çalışan erkekler şimdi Reno Taksileri n koltuklarına oturmuşlardı. Çok hızlı hareket eden kimi gençler de kısa sürede kazalar geçirmiş ve bazıları da hayatlarına son vermişti. Barajın ilk kurbanları bunlar olmuştu. Baraj parasıyla gelen ilk ağıtlar burada yakılmıştı. Otomobil, bütün hızıyla Elazığa dolmuştu. İnsanların rüyalarını süsleyen aktör olmuştu.

Otomobil, ulaşılandı, zenginlikti, saygınlıktı, rüyaydı. Kara yolları dar geliyordu. Köyün şaşa toprak yolları doz duman içinde otomobillerin cirit attıkları yerlere dönmüştü. Taksiler, kısa sürede bütün köylerde yeni yolların açılmasını da sağladı. YSE( yol, su, elektrik) devlet işletmesi çok hızlı çalışıyordu bunun için. Otomobil, beraberinde yol ve hız getirmişti. Belki de barajla gelen paranın getirdiği hızlı sosyal hayat, otomobili doğurmuştu. Tavuk yumurta meselesi. Sonunda önce öküz hızından traktör hızına ve şimdi de traktör hızından taksi hızına geçiliyordu. Toplumun ritmi artıyordu.  Bununla beraber insanlar da hızlanıyordu. Şehre göç başlıyordu, gece âlemi artıyordu. Hızlı yaşam toplum hayatına girmişti. Çoğunlukla köylülerden oluşan toplum bilincinde, önce öküz sahibi olma hayali yerine traktör geçmişti ve şimdi de yerini otomobile bırakıyordu. Köyler birbirine bağlandı, gidiş gelişler hızlandı, şehir ve köy arasındaki mesafe bilinci tamamen değişti. Traktör ile yarım günde gidilen şehre artık yarım saatte gidiliyordu. Şehir ulaşılandı artık.

Para, banka ve faiz topluma beraber girdi. Bu üç şey her tarafta konuşuluyordu. Hayatını tarlada ve toprakla uğraşarak geçiren insanların bir kısmı hayatında ilk defa bankaya gidiyordu. Kucak dolusu paralar alınca ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Bazıları faize yatırdı. Faiz de kendi yüzünü göstermişti.  Düne kadar gizlice konuşulan, çok nadir görülen faiz ile ilişkiler artık aleniyet kazandı. Herkes konuşuyordu. Paralarını faize yatıranlar çoğalıyordu. Ancak paralarını faize yatıranlar, birkaç sene içinde büyük kayıplar yaşadı. Çünkü enflasyon politikası parayı eritiyordu. Elbette bankalar da bütün cinliklerini gösteriyordu. Bu insanlara iltifat ediliyor, akıl veriliyor, yol gösteriliyordu. Banka, barajla beraber Elâzığ’da hazine bulmuştu.

Apartman, barajla beraber doğan bir özneydi. Apartman kelimesi büyüleyiciydi. Herkes ondan bahsediyordu. Özellikle caddedeki apartmanlar en gözde olanlarıydı. Elazığ kısa sürede konakları, topraklı evleri, bahçeli ve avlulu müstakil evleri terk etti. Bunların yerine apartmanlar saltanatı geldi. Beton, her tarafta egemen olmaya başladı. Hısani Goşkar da Yalçın Garajının karşısında kocaman bir bina dikmişti. Hayatımda gördüğüm en büyük apartmandı.

Babam da barajdan aldığı para ile dayımla beraber mütevazı bir apartman dikti. Baraj, bizim de tarlalarımızı almıştı. Ortanca amcam müstakil apartman yaptı, diğer iki amcam da ortak bir apartman. Apartman heyecanına biz de katılmıştık. Elazığ Gazi Caddesi boyunca sıralanan apartmanlar, zenginlere aitti. Onların bir altı ve alt sokaklarında dikilenler de daha orta düzeyli olanlarındı. Apartman, büyüsüyle herkesi fethediyordu. Barajın getirdiği bu apartman sevdası kısa süre sonra bütün köylülerin rüyasına dönüştü. Herkes apartman inşa edemezdi ama apartmanda bir daire alabilirdi.

Apartmanlar, yeni bir Elazığ ortaya çıkardı. Sadece Gazi Caddesi olan ve yüzlerce daracık sokaklardan müteşekkil betan yığınlarından oluşan bir şehir… Ne yeni caddeler, ne yeni meydanlar ne de yeni parklar gözüküyordu. Var yok apartman ve ona eşlik eden betonlar. Güzel çarşıları da bir süre sonra içeri büzüldü. Bakırcılar Çarşısı, Bit Meydanı, Şıra Meydanı, Buğday Meydanı, Büyük Çarşı…Hepsi sanki apartmanlar önünde dize gelmişti. Apartmanlar boy atarken onlar da boylarını eğmişti. Küçülmüş, büzülmüş, çekilmişlerdi. Ama bir süre sonra onların da yerlerini apartmanlar aldı. Onları katlediyordu apartman. Onların varlığına tahammül etmiyordu. Kaba, hoyrat, ruhsuz bir hâkimiyet kuruyordu apartman.

Zenginler apartmanlarıyla yarışa giriyordu. Adlarıyla apartmanlar inşa ediyorlardı. Büyük, yüksek, lüks, kaloriferli apartmanlardı bunlar. Barajın paraları beton üzerinden yarışa giriyordu. Artık Elazığ, bütün sınıflar için apartman demekti. Zengini de, fakiri de apartman rüyasına yatmıştı. Bu rüyaya kavuştukça kendilerini mutlu, müreffeh ve şanslı hissediyorlardı.

Baraj beraberinde dost hayatı ve kumarı da getirdi. “Dost hayatı”! Ne kadar ilginç bir kavram. Bir erkeğin bir kadın ile yaşadığı gayri meşru hayata deniyordu. Metres kavramını çok sonraki yıllarda öğrendim. Elâzığ’da buna dost hayatı denirdi. Adı Y olan bir akrabamız vardı. Onu daha dün gibi hatırlıyorum. Altınova’da, tarların arasında geçen yolda giden traktörün üzerinde şapkalı bir adamdı. Mavi gözleri vardı. Beyaz tenliydi. Baraj ile beraber birden çok para sahibi oldu. Köy ve tarlalar su altında kalınca şehre yerleşti. Dostu olduğunu duyuyordum. Hatta dostunun topal olduğunu söylüyorlardı. Ona özel bir daire tutmuş ve hayatını çoğunlukla onunla geçiriyordu. Parasının büyük kısmını onunla yemişti. Sonra da taksicilik yapmak zorunda kalmıştı. Onu taksicilerin bekleme yerinde gördüğüm çok olmuştu. İçimden acımıştım ona.

Baraj ile gelen para insanların dünyasını alt süt ediyordu. Dost hayatını İstanbul, Mersin ve Adana’da yaşayanlar da çoktu. Dostlar, bu erkekler için beyaz tenli, modern, güzel kokan kadınlardı. Pavyonlarda ve dostlarında bu kadını arıyorlardı. Para, bunun için harcanıyordu. Oysa kendi kadınları tarlada çalışan, güneşte teni sertleşmiş, esmerleşmiş, mayıs ve toprak kokusuna bulanmış, geleneksel giyinen kişilerdi.

Dost hayatı ve pavyonlar çoğalmıştı. Hala yer altında, bodrum katlarda çalışıyordu pavyonlar. Kimi zaman buradaki dostları için erkekler ölüme bile gidiyordu. Daha fazla para harcayarak dostunu elinden almak bir üstünlük ve beylikti. Ama kaybeden için ise büyük bir kayıp. Bunun için kavgalar çıkar, birbirine kurşun sıkarlardı. Onların da bir namus anlayışı vardı. Elazığ, bir kabadayılar kültüründen geliyordu. Çok namlı kabadayıları vardı. Kabadayılık, artık en çok bu pavyonlarda ya da meyhanelerde kendisini sahneye koyuyordu.

Dost hayatı ve pavyonlara kumar da eşlik etti. Baraj paraları kumarhanelerde harcanıyordu. Pavyon ve kumarhane sahipleri, dört gözle baraj parasına sahip olan adamları gözlüyorlardı. Şehre gelmeyenler için de bir yol bulmuşlardı. Dönemin ünlü kabadayı ve kumarhane işletmecisi Şah İsmail, şehre gelmeyenlere bir çare bulmuştu. Üstü kapalı bir kamyonet yapmış ve bu kamyonet ile köylere kadar sokularak geceleri kumar ve pavyon ortamı sunmuştu. Kocalarının şehirde kumar ve kadın hayatı ile para kaybettiğini gören bazı kadınların baskı yaparak onların şehre gitmesini engellemeye çalışması, beyhude bir çaba olmuştu.

Baraj, sadece bir mühendislik projesi olarak sonuçlanmadı. Keban Barajı sadece elektrik üretmedi. Bundan daha fazlası yeni bir sosyoloji icat etti. Barajın sosyolojisidir bu. Para, banka, faiz, göç, şehirleşme, kumar, dost hayatı gibi yeni olgulara neden oldu. Kumarbaz, faizci, pavyoncu gibi sosyal karakterleri çoğalttı. Elâzığ’ın şövalye ruhlu erkeği, bu yeni sosyolojide bütün parasını gözünü kırpmadan harcadı.  Hızla gelen, hızla gitti. Haydan gelen huya gider ilkesi, bu defa kendisini Elazığ’da uygulatmıştı. Paranın ve faizin kalın gölgeleri şehre düştü.