Zamanın Modernleşmesi ve Fenomenolojisi: Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Suret gölge, mana ise güneş-Mevlana-

          Giriş

Ahmet Hamdi Tanpınar, bir edebiyat dehasıdır.  Şiirden romana, hikâyeden denemeye edebiyatın tüm alanlarında eserler vermiş bir sanatçı. Üslup, dil ve sanat açısından sesini bulmuş bir yazardır.  Edebiyat, onun çalışmalarında sadece edebiyat olarak gerçekleşen bir eylem değildir.  Edebiyat, aynı zamanda toplum meseleleri üzerinde duran, ona ayna tutan, onu tartışan ve onu sorgulayan bir düşünce, kurgu ve yazma alanadır. Kaleme aldığı romanları, şiirleri, hikâyeleri ve denemeleri bunu açıkça ortaya koymaktadır. Edebiyatın muhayyile kudreti, sanat ve dil boyutları önemli ölçüde özneldir. Edebiyatçının öznel varlığı üslup kazandırır, sanatsal derinlik verir, muhayyileyi bereketlendirir. Bu açıdan edebiyat yapmak önemli ölçüde özneldir. Ancak edebiyat aynı zamanda toplumu anlatır, toplumdaki kişileri ele alır, toplumdaki dönüşümler üzerinde durur.

Edebiyatın toplumu işleme yönü Tanpınar’da çok yoğundur. 19. Yüzyıl Türk Edebiyat Tarihi adlı çalışması, Osmanlı-Türk modernleşmesinin cemiyet yönüne ayna tutan en önemli metinlerin başında gelir. Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanlarında da bu tutumunu sürdürmektedir. Sosyolojik açıdan bakarsak, Tanpınar cemiyetin modernleşme pratiklerini toplum bilinciyle yorumlayan bir araştırmacı ve sanatçıdır. Sadece şu ifadesi bile bunu anlamaya yetmektedir: “Her devrin ve yaşayışın kendisine göre bir insan tasarrufu vardır ki, bütün bir zihniyeti ve inkârı güç realiteleri ifade eder. Şoför kelimesi bunların düpedüz en medenisi, en latifi, en iyisi ve en cemiyetlisidir”( Tanpınar; 2018:138).  Tanpınar, “devrin” ve “yaşayışın”  insan üzerindeki tasarrufuna dikkat çeker. Devir ve yaşayış toplu halde yaşayarak zamana ve pratiklere döner. Yani sosyolojik bağlamda meydana gelen özelliklerdir. Bunlar insanı etkileyen unsurlardır. Şoför, bir insan tezahürüdür. Bu insan tezahürü modern zamanların en medeni ve en toplumsalıdır. Bu yaklaşım George Simmel’in yabancı, maceracı ve cimri tiplemelerine getirdiği sosyolojik yorumlara çok yakın durur( Simmel, 2008: 179 ve 186). Simmel’in doğrudan sosyolojiyle anlattığı toplum tiplerini, Tanpınar da edebiyatla anlatmaktadır. Sonuçta ikisinde de anlatılan toplumsalın tipidir.

 Tanpınar, Türk toplumunun modernleşmesini edebiyat aracılığıyla anlatan nadir şahsiyetlerden biridir. Modernleşmenin yönelimlerini, gelenek ve mazi ile irtibatlarını ve çatışmalarını gözlemler. Sadece gözlemlemekle kalmaz, aynı zamanda çeşitli yorumlar yapar. Münevver tutumuyla da yol göstermeye çalışır. Geleneğin önemini edebiyat kimliğiyle sosyolojik ve kültürel açıdan gündeme getirir. Bunlar arasında zaman çok önemli bir tema/meseledir. Zaman, toplumların ritmini gösterir. Toplumların kültürel varlığıyla bütünleşen gün, şafak, gece, tan, vakitleri gösterir. Zaman, Tanpınar’ın yaşadığı ve düşüncelerini edebiyat eserleriyle ortaya koyduğu dönemde modernleşmektedir. Modern zaman bilinci ve modern zaman kültürü yayılmaktadır. Buna karşın pre-modern, mazi ve geçmiş zaman ile anılan geleneğin zamanı ise dönüşmekte ve reddedilmeye çalışılmaktadır. Tanpınar, bu kavşakta sorunu derinden hisseden bir düşünür ve sanatçıdır. Bu nedenle zamanın modernleşme ve gelenekle ilişkisini de sanatıyla tartışmaktadır.  

Tanpınar, zaman meselesinde Bergson’dan etkilenmektedir( Tanpınar, 2017: 315-321). Bu bahsi ayrı bir çalışmada ele almayı düşünüyoruz. Ancak burada Tanpınar’da zamanın modernleşmesine yaklaşımı ve bunun fenomenolojik boyutları üzerinde durmak istiyoruz. Elbette Tanpınar’ı, fenomenolojinin filozofları olan Husserl ve Heidegger’in izleyicisi olduğu veya onlardan yararlanarak zamanı ele aldığı gibi bir düşünce de ileri sürmüyoruz. Ancak Tanpınar’ın zaman ile ilgili inşa ettiği metinlerin fenomenoloji açısından önem taşıdığını düşünüyoruz. Zaman ve anlam arasındaki ilişki üzerine çok fazla durduğunu ve bu konuyu önemsediğini görüyoruz. Yine gündelik yaşamdaki pratiklerin ve şeylerin anlam oluşturmadaki etkilerine dikkat çekmesi, başka önemli bir fenomenoloji konusudur. Öznelerarasılığı ifade eden metinleri, nesne ve özne mesafesini aşan söylem arayışı da bu hususta önemlidir. Tanpınar, edebiyat ve sosyoloji kesişimindi( edebiyat sosyolojisi) fenomenoloji analizlerinde bulunarak fenomenolojik bir  bakış açısı ortaya koymaktadır.

Tanpınar, doğurgan metinler kaleme almış bir edebiyat dehasıdır. Bu nedenle metinlerini farklı yaklaşımlarla yorumlayabiliyoruz. Bu da Tanpınar’ın Türk toplumunu analiz eden metinlerinden yararlanarak farklı açılımlara kanatlanmamıza imkân vermektedir. Ayrıca, Tanpınar düşüncesini canlı tutmaya ve Türkiye’den dünya düşünce çevrelerine katkı sağlayacak konuşmalar yapmamıza da yardımcı olmaktadır.

Bu çalışmada Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanından yararlanarak modernleşme ve gelenek arasındaki gerilimi zaman mefhumu üzerinden giderek anlamaya çalışıyoruz. Türkiye’de bir edebiyatçı düşünürün yine Türkiye’de gelişen ve inşa edilen zamanın kültürel ve sosyolojik boyutlarına ilişkin yaklaşımlarını ortaya koymak bir çok açıdan önem taşımaktadır. Türkiye’de fert ve cemiyet nasıl bir sosyolojik ve antropolojik zaman dönüşümüne uğramaktadır? Tanpınar, bunu nasıl “anlamakta” ve anlamlandırmaktadır? Tanpınar özelinde Türkiye’de münevverler, modern zaman pratikleri ve dünya görüşü hakkında nasıl bir yaklaşım ortaya koymaktadırlar?  Araştırmamız bu soruların peşinde gitmektedir.

1- Zaman, anlam ve fenomenoloji

 Zamanın fenomenolojisini yapan en önemli düşünürlerin başında Heidegger gelir. Varlık ve Zaman eseri neredeyse tamamen buna ayrılmış bir metindir. Filozofların ünlü “varlık nedir” sorusunu,  o “varlığın anlamı nedir” şekline sokar.  Varlık sorununu tamamen fenomenoloji bağlamına taşır ( Heidegger,2008:4-5). Varlık anlamdır; Olmak anlamlı hale gelmektir( Steahler, 2019: 125).

Peki varlığın anlamını oluşturan şey gerçekten de nedir? Heidegger, bunu zaman diye cevaplar (Heidegger,2008: 18). Varlık, anlamını zaman içinde kurarak gösterir.  Zaman, varlığın anlamını kuran temel zemindir. Varlık anlayışının ufkudur. Varlığın anlamı zamandan hareketle keşfedilir (Heidegger, 2008:18). Çünkü varlığın anlamı zamandır; ancak zaman anlam, anlam da zamandır.  Zaman ve anlam eşittir. Varlığın varlığı burada gizlidir.

Zaman, varlığın anlamıyla kurulduğu ve açığa çıkarıldığı temeldir. Varlığın anlamının ne olduğu sorusu, zaman ile beraber cevaplanır. Burada zaman, anlam ve varlık arasında önemli bir etkileşim vardır. Fenomenoloji tam da budur.  Zaman meselesi varlık ve anlam etrafında yorumlanır.

Zaman, fenomenolojik açıdan özel içsel zaman, yaşanmış tecrübelerle oluşan öznel uzam zaman, özneler-arası nesnel zaman gibi çoğul özellikler taşır( Schultz, 2018:188). Çoğul zamanlar insan hayatında ortaya çıkmakta. Zaman, farklı insan halleri ve düzeyleriyle farklı kırılmalarla çeşitli yansımalara dönüşmekte. Beşeri bilincimize çoğul biçimde yansır. Bilincimiz zamanın farklı yansımalarıyla onun en temelinde, hakikatte bir olan varlığını çoğul algılar. Bu nedenle sosyolojik ve kültürel zaman çoğuldur.

Bütün Batı felsefe tarihi özne ve nesne düalizmi üzerinde debelenir.  Felsefe, buna göre tanımlanır. Fenomenoloji, bunun yerine öznelerarasılık yaklaşımını benimser. Özne-nesne ayrımına son verir. Artık bu ayırım, kendini gösteren dünya ve hep dünyayla ilişkili olan bilinç tarafından aşılmaktadır( Safranski,2008: 132).

Fenomenoloji teorisinde, varlığın nesnelerdeki görünüşü önemlidir. Görünüş, arkasında aranandan daha aşağı bir yerde konumlanmaz. Fenomenoloji de kurgu ve tasarım değildir.  “Saklananları azaltma” ve onları “ görmeye bırakarak açığa çıkarma” araştırmasıdır. Fenomen üzerinde konuşmak ve kurgu yapmak yerine onun kendisini açmasına, göstermesine, arz etmesine ve ortaya koymasına izin vermek lazım(Safranski, 2008: 132 ve 229). Anlam, insanın tutunabileceği bir şeydir. Tanrı, evrensel yasa, ahlak kuralları böyledir. Varlık ve Zamanda,  varlığın anlamı araştırılır. Bulunan cevapta varlığın anlamının zaman olduğudur. Varlık ve Zaman’ın yazarı Heidegger’e göre varlığın anlamı zamandır, ama zaman da bir anlam vermez( Safranski, 2008:225 ve 228). Büyük bir bozgun ve büyük bir itiraf! Bunu konuşmak şimdilik bir kenarda kalsın!

Modern zaman, artık farklı bir şekilde ortaya çıkar. Fenomenoloji yönteminin kurucusu Husserl, bunu anlatmaya çalışır.  Moderniteyle zaman değişmez bir biçimde hep tekrarlanarak oluşur ve nesnel zaman “saat” olarak ortaya çıkar( Zahavi, 2018:137).  Nesnel zaman, kendisini belli bir alet ile ortaya koyar. Modernite bu mekanik aleti sadece icat etmemiştir. Aynı zamanda onu anlamdan soyarak çıplak bir nesnelliğe çevirmiştir. Zaman, anlamdan soyunarak ruhsuz haliyle ardışık, ilerleyen, mekanik, nesnel ve sekülerdir.

Tanpınar, zaman üzerinde yoğun bir şekilde duran düşünce adamı. Edebiyatında zaman çok temel bir meseledir. Hem toplum, hem modernite, hem de gelenek meselesidir. Bursa’da Zaman şiiri ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi eserleri zamanın bozulan, dönüşen ve mazide kutsal olan ruhunu anlatır. Zamanın anlam ve eşya ile olan ilişkisine ayna tutar. Edebiyatla toplumsal varlığın zaman içindeki anlam oluşumlarını gözler. Bu açıdan çalışmalarını fenomelojiyle yorumlamamıza imkan verir. Fenomenolojik sosyoloji yapmaya çağırır bizi.

Tanpınar, SEA’da insanın eşyalarla kurduğu ilişkilerin fenomenolojini yapar.  Tasvirlerinde benliğimiz ile eşyalarımız arasında sıkı bir ilişki olduğunu gösterir. Eşyalar, sadece eşya değildir. Eşyaların bizim benliğimizi, karakterimizi, alışkanlığımızı ve ıstıraplarımızı yansıtır. Eşyalar ile insan bilinci arasında derin bir etkileşim vardır. Eşyalar, özne-nesne etkileşimiyle (zaman üzerinden) bir anlam ile varlığa gelirler.

“İddia edebilirim ki…eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu, alışkanlıklarını, hayatındaki aksaklıkları, hatta ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür. Hizmetçilerimize hemen evimize gelir gelmez bir kat elbise, bir iki eski gömlek, boyunbağı, hiç olmazsa ayakkabılarımızdan birini hediye etmemizin hikmeti de bu olsa gerek. Bizi hiç tanımayan bu insan birden bire elbisemizin içine girdiği, kunduramızla yürüdüğü için, adeta onun gizli zoru ile bize yaklaşır, farkına olmadan bizim itiyat ve düşüncelerimizi benimser”(Tanpınar;2018 16)

İnsan, varlıklar dünyasıyla nesnellik(şeyleri kendisini yok sayarak anlamaya çalışmak) ilişkisini aşarak ilişkiler kuruyor. Oysa insan ile nesne arasında, öznelerarasılık ilişkisi geçerlidir. İnsan, bu ilişkiler içinde insan olur. Ne nesneler karşısında pasif ne de nesneler onun karşısında pasif. Anlam buradan doğar. Anlam, zamanın özneler arasılığından meydana gelendir. Paragrafta gösterildiği gibi elbise sadece elbise nesnesi değildir. Elbise, bizimle bir özne olarak ilişki kurar. Elbise, fiziki nesne olmanın ötesinde anlam taşıyan bir şeydir.

            Fenomenolojinin bilinç ve nesne arasındaki ilişkiyi açıklayan yaklaşımı, burada karşımıza çıkıyor. Eşya ile bilinç arasında düşünümsel bir ilişki vardır. Nesnenin “görüye” gelmesi söz konusudur. Bilincin katılımı, bilincin akışı ve “görü” ile meydana gelen durum… İnsandaki bilincin nesneye olan yönelimselliği ile( Staehler, 2019: 42) birlikte eşya  da anlam kazanır. İnsan bilincinden bağımsız bir eşya, bir var oluş mümkün değildir.

SAE’de mekanik saatin adı Mübarek’tir.  Mübarek, zaman ile kurulan ilişkinin pre-modernliği anlatılır. Başka bir ifadeyle zaman,  “geleneğin zamanı” içinde oluşur. Geleneğin zamanında anlam meydana gelir. Oysa modern zaman nesnel, kronolojik ve matematikseldir. Özneden bağımsız ve özerk bir fiziki uzam olarak gelişir. Bu zamanın anlamından bahsetmek de zor. İnsan onunla kozmik, anlamsal ve kutsal bir ilişki kuramaz. Bundan dolayı Heidegger, varlığın anlamı zamanda oluşur ama zamanın anlamı yoktur der. Çünkü Heidegger’in bilinci moderndir. Modern düşünceyle çalışan, bakan, yorumlayan bir bilinç. Bu bilinçte zxamanın anlamı yoktur. Bu nedenle Heidegger, o muazzam felsefe projesini adeta boşa kürek çekerek zamanın anlamı yoktur diyor. Varlığın anlamı sorusu da cevapsız kalıyor.

Romanın kahramanı Hayri İrdal, Mübarek dışında bir de masa saatinden bahseder. Bu saatin  uhrevi olmayıp tam aksine   laik olduğunu söyler. Radyonun sahnede yer almasıyla beraber birinci gruptaki saatlerin artık terk edildiğini gözler. Üçüncü saat ise İrdal’in babasının kolundaki saattir. Pusulalı, takvimli, kıble gösteren, alaturka ve alafranga bütün zamanları sayan “acaip bir saat”. Böylece üç saat biçiminden üç zaman biçimi doğuyor. Uhrevi zaman, laik zaman ve nizamsız zaman. Toplumda da üç zamanın rekabeti ve uyumsuzlukları yaşanır.

            Tanpınar, SAE’de zaman(lar)ın anlamını göstermeye çalışır. Aslında gelenek zamanının anlamını göstermenin gayretindedir. Bunun için de modern zaman anlamının doğuşuna dikkat çeker. Zamanın, eşyaların, bilincin ve anlamın etkileşiminde varlığa gelen modernlik ve gelenek ilişkilerine yoğunlaşır. Aslında düalizmin peşinde de değildir. Daha çok geleneğin anlamının, modern (zaman) anlam karşısında yaşadıkları değişmeleri ve kopuşları ele alır. Yine modernleşme değişmeleriyle doğan zamanın  beraberinde getirdiği kaotikleri ifşa eder. Zamanların ve bunlara eşlik eden anlamların çatışması ve ucube hale gelmesi  üzerinde durur. Bunları Türkiye’nin modern zaman bilinci içinde işler. Dolayısıyla modernleşmenin Türkiye’deki fenomenolojik  yapısına zaman çerçevesinde önemli açıklamalar getirir. Edebiyat, modernleşen zamanla hesaplaşmanın bir sanatına dönüşür.

2- Geleneğin zamanı ve anlamı

Gelenek anlamlı bir rutindir. Gelenekte zaman ve uzam muhtevasız değildir. Rutinin anlamı alışkanlıklarda ve saygıda ortaya çıkar. Ritüeller, çeşitli zorlayıcı pratikleri getirseler de insanları rahatlatırlar ( Giddens, 1994:96).  Ritüeller, gelenekte anlam taşıyan çok önemli performanslardır. İnancın anlamını eylemlerle gösterirler, canlandırırlar, pekiştirirler.

Geleneksel toplumlarda zamanı ölçen çeşitli formlar mevcuttu. Fakat bütün bu ölçüler zamanı hesap etmeye çalışırken, zamanı mekana bağlardı. Zaman, kesinlikten uzak ve değişkendi. Günün tarihi, içinde gerçekleştiği topluma ve bölgeye göre belirlenirdi. Ne zaman, “nerede” ile bağlantılıydı.  Yine zaman doğal olaylarla ilişkili bir şekilde tanımlanırdı. Örneğin güneşin gün ve gece döngüsüne göre zaman açıklanırdı. Güneş doğarken, güneş tepedeyken, güneş batarken, zifiri karanlıkta iken gibi ifadeler bütün ilişkilerde yaygındı.

Geleneksel toplumlarda zaman, Ahmet Haşim’in Müslüman Saati adlı denemesinde anlattığı gibi kutsallıkla, metafizikle ve doğa üstü alanla ilişkilidir. İkindi vakti, yatsı namazı sonrası, Kurban bayramının hemen öncesi gibi ifadeler gündelik hayat içinde kullanılır ve bunlar bize zamanın toplum hayatında kutsalla olan ilişkisini anlatır. Zamanın geleneksel toplumlardaki sosyolojik durumunu gösterir.

Gelenek, aslında zamanın çok farklı bir tarzını yansıtır.  Bu düşüncede mazi bugünü ve geleceği yorumlamanın önemli bir yoludur. Modernlik ise geçmişe yönelimle tanımlar geleneği. Bu da hem geriye dönüş hem de modernliğe karşı çıkmak biçiminde algılanır.  Modernlik için geçmiş,  hem gelecekten hem de şimdiki zamandan apayrı, kendi başına var özerk olan olgudur( Giddens, 1994: 96).  Modernite geçmiş ile alakasızdır, onun dışında ve hatta ona karşıdır. Zaman, ilerleme halindedir. Geçmiş aşılmıştır. Oysa gelenekte mazi, şimdi ve gelecek arasında bir hiyerarşi söz konusu değil.

SAE’de, Muvakkit Nuri Efendi, geleneğin saatini( zamanını) temsil eden bir şahsiyettir. Müslümanlar beş vakit namazı, ramazanlarda iftar ve sahuru, her türlü ibadeti saate göre yaparlar. Bu nedenle Müslüman şehirlerde adım başı muvakkithaneler vardı. Müslümanlar, saatlerini besmeleyle ve dua ederek ayarlardı. “Saat sesi bu yüzden onlar için şadırvanlardaki su sesleri gibi hemen hemen iç âleme, büyük ve ebedi inançların sesiydi. Onun kendisine mahsus, hayatın her iki buudunda genişleyen hassaları vardı. Bir taraftan bugününüzü ve vazifelerinizi tayin eder, öbür taraftan da peşinde koştuğunuz ebedi saadeti, onun lekesiz ve arızasız yollarını açardı”( Tanpınar;2018: 25)

Nuri Efendi, saati bir insan gibi değerlendiriyor. Eşyaya anlam üzerinden yaklaşıyor. Bundan dolayı insandaki kalp, beyin, ayak, biçare, hastalık, gibi özellikleri saat için de kullanıyor.  Sosyolojik açıdan oldukça dikkat çekici olan ise toplumla saat arasında da ilişki kurmasıdır( Tanpınar,2018: 33-34). Tanpınar’ın tam da cemiyet felsefesi dediği tutum ortaya çıkıyor. Toplum felsefesi, toplumun dayandığı anlamdır, değerdir, ilkedir. Toplumun fenomenolojisidir.

“Maden, kendiliğinden ayar kabul etmez. İnsan da böyledir. Salah, iyilik, Hakkın bize lütufla bakışı sayesinde olur. Saat de böyledir”. Nuri Efendi de saat sevgisi bir nevi ahlaktı: “Bozuk bir saate, bir hastaya, bir muhtaca bakar gibi bakmağa alış!” ve Nuri Efendi hakikaten öyle yapardı”( 32).

Tanpınar, romanda gelenekteki zaman ve anlam arasındaki ilişkiyi  Mübarek ile göstermeye çalışır. Mübarek, başlı başına bir faildir. Nesne olmayı aşar. Aslında özne ve nesne ötesine geçer. Fenomenolojinin öznelerarasılık dediği şey gerçekleşir.

 “…ben bu saatin düşmanı olmuştum. Halbuki güzel saatti.  Kendi halinde, hiç kimsenin haline karışmadan, kervanını kaybetmiş bir mekkare gibi başı boş, dalgın dalgın bir yürüyüşü vardı. Hangi takvimle hareket eder, hangi senenin peşinde koşar, neleri beklemek için birdenbire günlerce durur, sonra ağır, tok, etrafı dolduran sesiyle hangi gizli ve mühim vak’ayı birden bire ilan eder? Bunu hiç bilmezdik. Çünkü bu bağımsız saat ne ayar, ne ıslah ne de tamir kabul ederdi. O başını almış giden, insanlardan tecerrüt halinde yaşayan hususi bir zamandı. Bazen durup dururken üst üste çalmağa başlardı. Bazen durup dururken üst üste çalmağa başlardı. Sonra aylarca yalnız rakkasının gidiş gelişiyle kalırdı. Annem onun bu ihtiyari hallerini hiç iyiye yormazdı. Ona göre bu saat ya bir evliya idi, yahut da onu iyi saatte olsunlar çarpmıştı. Bilhassa İbrahim Bey’in vefat ettiği gece, belki de hemen hemen aynı sularda, haftalardır işlemeyen saatin birden bire en derin sesiyle vurmağa başlamasından sonra bu korku hepimizin içine yerleşti. Annem o günden sonra ayaklı saatimizden hep Mübarek diye bahsetti. Bütün dindarlığına rağmen daha beşeri düşünen babam ise ona Menhus adını koymuştu. Menhus veya Mübarek bu saat çocukluğumun bir tarafını zapt etmiştir”(Tanpınar, 2018: 28)

Saat ve insan ilişkisi Mübarek adıyla sembolleşen bir saat nesnesi üzerinden anlatılıyor. Saat, Mübarek olmuştur. Mekanik, seküler ve nesnel olan modern zaman nesnesi, burada tam tersine mübarektir, yani kutsaldır. Böylece saat, metafiziğe uzanan ve sıradan bir eşya olmaktan çıkan bir nitelik kazanır. Transandantal bir zaman mefhumu ile karşılaşıyoruz. Yine Mübarek, salt bir nesne değil, öznedir. İnsanları etkiler. Onların benliklerine sızar. Mekanik bir tarzda çalışmaya da terstir. Bazen olmadık biçimde durması ve durduk yere birden çalışması bunu gösterir.

Saat, artık bir nesnel mekanik alet olmanın ötesinde bir anlama yerleşir. Saat, modern zaman için nesnel gerçekliktir. Fiziki, mekanik ve matematiksel nesnelliktir. Modernitenin zamanı içinde oluşan varlık “anlamsız”dır. Bundan dolayı Weber ve Berger gibi sosyologlar anlamsızlık meselesinden bahsederler.  Anlamsızlık meslesi doğar sosyolojide. Aslında Hegel ve Marx da yabancılaşma diyecekler buna. Ancak Saatleri Ayarlama Enstitüsünde ise geleneğin anlamsal zamanıyla karşılaşırız. Mehmet Nuri Efendi ve onun söylemleri bunu anlatır. İnsan ve nesne ilişkisinde anlam vardır.

Tanpınar, geleneğin içinde yetişen saatçi Nuri Efendi için  içtimaiyatçıdır(Tanpınar: 2018: 33) der. Çünkü Nuri Efendi, toplumu zaman içinde anlatan biridir. Sadece saatin nesnel gerçekliği olan mekaniği ile ilgilenmiyor. Saati, bir nesne olmanın ötesinde değerlendiriyor. Onu içinde olduğu zamanın toplumsal değerler dünyasıyla beraber değerlendiriyor. Saati duygularla beraber yorumluyor. Geleneğin inanışları, duyguları ve anlamlarıyla birlikte ele alıyor. Saat, geleneğin sosyal anlam dünyası içinde bir varlığa dönüşüyor. İnsanlar da onunla anlamlı olan bir varlık olarak ilişki kuruyor. Ona anlam kattıkları gibi ondan anlam da alıyorlar. Düşünümsel ilişki gerçekleşiyor. Fail, ne salt nesne ne de salt öznedir. Saat de bir öznedir. İnsanlar da ilişkisi de öznelerarasılığı ifade eder.

Mübarek, bir duyumsal nesne değildir. Anlamlı olan bir varlıktır. Geleneğin içinde oluştuğu için geleneğin anlamı ile varlığa gelmiştir. Gelenek bilincinin eşyaya akışı ile birlikte saat mübarek olmuştur. Mübarek’in İngiltere’den getirilen bir saat olduğu ve daha sonra geleneğin değerleriyle bezenerek dönüştürüldüğünü düşünürsek daha anlamlı bir hikâye ile karşılaşırız. Türkiye’nin geleneksel mirası içinde modern zaman dönüşerek yerlileşiyor. İngiliz saati, İngiliz ve modern olmaktan çıkarak Türkleşiyor, Müslümanlaşıyor. Modernlik, yerlileşiyor, Türkleşiyor ve Müslümanlaşıyor. Mazinin, modernleşme ile süren “şimdiyi” etkileyerek devam etmesi…

Fenomenolojinin babası Husserl, fenomenolojiyi nesneyi konuşturmak diye tanımlar. Nesne benliği çağırır( Staehler, 2019: 45). Tanpınar da bunu yapar. Mübarek, farklı eylemleriyle kendisini açar ve konuşur. Eşyalar, modern zamana konuşur. Konuşan eşyalarla beraber anlamlar ifşa olur. Ancak modern bilincin bundan kopuşu, bununla ilişki kurması ve onunla yeniden bir ilişki üretmesi gülünç bir hale gelir. 

3- Zamanın toplumsallığı: Sosyal hayat ve saat

Tanpınar ile Proust’un zamanı yorumlama biçimleri aynı( Aydın, 122-123) değildir.  Proust’un zamanı bireysel bir biyografi üzerinden gider, psikanalizcidir. Tanpınar ise zamanın Batı dışında gelişen( gelenek içinde) ve modernlik içinde süren değişimini anlatır. Yine zamanı toplumsal bir bağlamda ele alır. Mazi ya da şimdi içindeki zaman çok sosyolojiktir. Mahalle, aile ve kuşak sosyolojilerinde tezahür eder. Nesnede( Mübarek) bile tezahür ederken yine bir kolektif kültüre( geleneğin sosyolojisine) karşılık gelir.

            SAE’de Halit İrdal’in çocukluğu Abdülhamit döneminde geçer. İrdal, bu dönemde(zamanda) neşesiz bir cemiyet hayatı olduğunu söyler. Bunun asık suratlı Padişahtan kaynaklandığını ileri sürer. Neşesizlik, padişahtan halka ve halktan da etrafa yayılarak eşyaya sirayet etmiştir. Hayatında vapur düdüklerinin acı, hüzünlü ve keskinliği vardır. Oysa daha sonra tramvay sesleri ve vapur düdüklerinin neşesi bunun yerine geçer. Aslında “zaman”  acı, neşe, hüzün ve sevinç gibi anlamlarla tanımlanır. Zaman bir sosyal  anlam muhtevasına sahiptir. Sübjektif sosyolojik anlamlar ya da duygu sosyolojisi de diyebiliriz buna.

            Toplumdaki bilinç, eşyalara da akar. Romanda saatin dönemin ve sahibinin yaşantısından etkilenmesi üzerine yapılan tasvirler bunu göstermektedir. Saat örneğinde zamanın ve nesnenin failliği anlatılır.

“Saatler de öyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına ve siyasi akidelerine göre yürüyüşlerini ister istemez değiştirirler. Bilhassa bizim gibi üst üste inkılaplar yapmış, türlü zümreleri ve nesilleri geride bırakarak, dolu dizgin ilerlemiş bir cemiyette bu sonuncusuna, yani az çok siyasi şekline rastlamak gayet tabiidir. Bu siyasi akideler ise çok defa şu veya bu sebeple gizlenen şeylerdir…İşte bu gizlenmelerin, mizaç ve inanç ayrılıklarının kendilerini bilhassa gösterdikleri yer saatlerimizdir. Sahibinin en mahrem dostu olan, bileğinde nabzının atışına arkadaşlık eden, göğsünün üstünde bütün heyecanlarını paylaşan…gün dediğimiz zaman bütününü onunla beraber bütün olup bittisiyle yaşayan saat, ister istemez sahibine temessül eder, onun gibi yaşamağa ve düşünmeğe alışır”( Tanpınar;2018:15)

            Zaman, saat ile sembolleşiyor. Aslında bize dost olan, nabzımızla birleşen, sahibine temessül eden, onunla yaşamaya ve düşünmeye alışan zamandır. Zamanla insan arasında ikili bir ilişki var: İnsanın içinde yaşadığı ve kendisinden etkilendiği zaman, bir de insanın içinde yaşayan ve insana alışan zaman. Yani bir yandan insanın uyduğu, peşinde koştuğu ve benimsediği bir ilişki olarak zaman var olur. Modern zaman modern insanı, modern toplumu ve modern hayatı beraberinde getirir. İnsan ve toplumlar bunun bir parçası haline gelirler. O nedenle yeniliğin, icadın ve sinema gibi yeni meşgalelerin peşine düşerler.

İkinci ilişki ise insan bu zamanı kendisine uydurur. Hayri İrdal, iki zaman arasında gelip giden biridir. Hem geleneğin zamanında büyümüş ve onun bilincini taşıyor hem de yeni aile ve yeni çevre ile modern zamanın içindedir. Ancak modern zamanın içinde ayakta kalması, iş sahibi olması ve insan yerine konmasına rağmen geleneğin zamanından kopamaz. Bundan dolayı huzursuzdur. Aslında sahici olan bir şahsiyettir.  Oysa Halit Ayarcı, tam tersine baştan başa modern zamanların adamıdır. Yeniye inanır, icat peşinde koşar, irade ve kudret ile her şeyi değiştirebileceği duygusuna sahiptir.  Hayri İrdal ve Halit Ayarcı, iki zaman tipini üzerinde taşıyan insanlar olduğu kadar iki anlam tipini de temsil eder. Geleneğin anlamı ve modernliğin anlamı. Modernleşmenin Türk toplumunda meydana getirdiği iki insan tipi.

Tanpınar, Hayri İrdal ile hayata karşı kanaatkâr, uyumlu ve sahici olan bir zihniyetin insanını anlatır. Adeta geleneğin tasavvuftaki zahit veya derviş tipinin modern zamanlara düşen karakteridir. Geleneğin bu insanı, yok olup gitmemiştir. Varlığını sürdürmeye devam eder. Çünkü Tanpınar’a göre mazi geçmişte kalmış, olmuş bitmiş bir zaman değildir. Bergson’un maziyi günümüze akıp gelen bir zaman olarak gören yaklaşımına uygun bir şekilde o da Halit İrdal üzerinden bunu anlatır.

4- Modernleşme, zaman ve anlamsızlaşma

Modernite, dünya ölçeğinde kullanılan yeni bir takvim geliştirir ve zamanı standart hale getirir. Zaman, uzamdan koparak bütün bölgeler ve toplumlar için ( Giddens, 1994:23) “tek zaman”a dönüşür.  Hatta geçmiş bile tek bir evrensel geçmiş olarak kodlanır. Uzam, yerden ayrılır. Haritacılıktaki modern yaklaşımlarla birlikte mahalli/yöresel olarak algılanan tüm mekânlar standartlaşır. Mekân yeniden yapılanır. Zaman standartlaşınca anlamdan kopar ve bu da “zamanın boşaltılması” na yol açar( Giddens, 1994:24 ve 26).

Türk modernleşmesi, geleneğin anlamla doldurduğu “zamanı boşaltarak”  bir çok sorunun doğmasına neden olmaktadır. SAE’de, Hayri İrdal’in karısı olan Pakize, modernliğe ve onun pratiklerine hayrandır. Modernliğin yaşantı dünyasında doğmamıştır, ama modernliğin yaşantısına imrenmektedir. Tanpınar tasvir ediyor: “Modern kadındı. Sinemayı seviyordu. Kainata beyaz perdeden bakıyordu. Binaenaleyh onun gözü ile ben de değişecek, sinema olacaktım”( Tanpınar,2018: 281).

Pakize, modern sosyete hayatına imrenen ve hayran kalan biridir. Ona ulaşmanın emelindedir. Süslenir, hayaller kurar, partiler düzenler. Sinema olmak! Sinema, modernliğin yaşantı dünyasında doğan bir “nesne durumu”dur. Pakize, artık bu nesneye akar. Bilinciyle bu nesnede var olmak ister. Sinema bir varlık ise, aynı zamanda bir anlamdır. Bu anlam, artık modern zamanın içinden yükseliyor. Fakat Pakize, benliği ile varlık olmadığı için anlam da olamaz. O nedenle iğreti tutumlarıyla tezahür eder. Hayri İrdal’in baldızları da öyledir. Onlar da artist olmanın peşinde koşarlar. Sesleriyle modern müziği taklide çalışırlar. Aslında modern müziği de anlamazlar, klasik müziği( geleneksel müzik) de. Bir anlam içinde olan varlıklar değiller.  Ama bu iki müzik âlemi arasında dolaşıp dururlar. Yani iki anlam arasında bocalarlar.  Bir parti gecesinde caz çalarken zeybek oynamaları da bunu gösterir.

“Caz alabildiğine bir zeybek tutturmuştu. Ve kızım biraz evvel baldızımın marifet gösterdiği yerde, yani salonun ortasında, karşısında Van Humbert, dünyanın en garip en akıl almaz zeybeğini oynuyordu. Etraf sadece göz olmuş onlara bakıyordu.  Biz de bir müddet van Humbert’in havada acemi acemi sarkan kollarına, yere indikten sonra güçlükle kalkan dizlerine baktık”( Tanpınar,2018:346).

Caz ve Zeyrek’in bir birine karışması zamanlar arasılığın ve anlamlar arasılığın kaotik durumunu gösterir. Müzik, anlam ile meydana gelen en önemli eylemlerden biridir. Caz ve Zeyrek iki ayrı zamanın ve iki ayrı anlamın varlıklarıdır. Bunları birbirine karıştıran varlıklar anlam bulamazlar, bu nedenle de varlık olamazlar. Bütün yaşananları modern zamanın adeta icatçısı olan Halit Ayarcı, “süratli terakki” (Tanpınar, 2018: 346) olarak görür. 

Süratli terakki,anlamı kaosa sürükleyen bir değişme biçimini anlatmaktadır. Türk modernleşmesi de hızlıdır. İnkılaplar bunu gösterir. Bundan dolayı varlık anlam kazanarak varlık haline gelemiyor. Doktor Ramiz, Halit Ayarcı, Pakize, Halit İrdal’in baldızları gibi karakterlerin çoğu anlam kazanarak varlık haline gelemeyen varlıklardır.

Halit Ayarcı, “ayarcı”dır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü fikrinin mucididir. Toplumu zaman aracılığıyla düzenleme(ayarlama) gayretiyle yanıp tutuşmaktadır. Zamanı nesnel ve kurumsal bir şekilde algılamaktadır. Maddi, uzamsal ve matematiksel zamana inanmaktadır. Bir modern zaman tipidir. Fransız düşünür Foucault’un iktidar teorisiyle bunu açıklamak mümkündür. Toplumu zaman bağlamında düzenleyen, kontrol eden, disipline eden ve gözetleyen bir aktördür. Saatleri Ayarlama Enstitüsü adındaki kelimeler Foucault’un iktidar üzerinde anlattığı modern toplumla birleşir: Saat, ayarlama ve enstitü. Yani zaman, düzenleme ve kurumsallaşma. Zaman düzenlenen, standardize edilen, kontrol edilen, kurumlar haline getirilendir. Böylece zaman bir iktidar aygıtına dönüşür. İnsanların yaşama ritimlerini ve benliklerini disipline edip standartlaştıran bir teknolojidir. C. Chaplin’in “Modern Zamanlar” filmi de bunu anlatır.

Romanda anlam ve varoluş ilişkisini pozitivizm ve psikanaliz bağlamında da gözlemliyoruz. Modernlik, yeni bir bireyin ve toplumun var oluşuna davettir. Türk toplumu da modernleşirken yeni bir anlam etrafında var olmaya çalışır.  Psikanaliz ve pozitivizm de modern anlamı üretmeye gayret gösteren adaylardır.

Olmak, varlık olmaktır; bu da anlamdır. Oysa psikanaliz ve pozitivizm birer ideolojidir. Olmayan ve anlam taşımayan varlığa karşılık gelirler. Olmayan varlığın anlamları olmaya adaydırlar. Olmayan toplum!..Olan toplumun benliğinden, inancından ve karakterinden kopan bir arayış…

Romanda Doktor Ramiz, Avrupa’da eğitim görmüş ve psikanalizle her şeyi çözebileceğine inanan bir şahsiyettir. Viyana’da doktorasını yaparak Türkiye’ye döndüğünden beri yalnız yaşıyor, memleketin hiçbir şeyini beğenmiyor. Ona göre toplumun zihniyeti eskidir, kendisine ve yeni gençlere imkân vermiyor. Doktor Ramiz devam eder: “ Beni burada hiç sevmezler… O kadar eski metotla çalışıyorlar ki…Zaten yerim değil. Mecburi hizmet müddetimi geçiriyorum”( Tanpınar,2018:103). Doktor Ramiz için psikanaliz, bilimsel bir yöntem olmanın ötesinde bir manaya gelmektedir. Bilim yerine inançtır, ideolojidir. Bundan dolayı bütün hastalıkları çözecek tek yoldur. Bu nedenle adeta tarikat işlevi görür. Doktor Ramiz’in Hayri İrdal’dan rüya görme talebi bunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar:

“Sizden hastalığınıza daha uygun rüyalar görmenizi istiyorum. Anladınız mı? …Babanızı rüyanızda kendi çehresiyle gördünüz mü  iş değişir, her şey düzelir…Size bu hafta görmeniz gereken rüyaların listesini veriyorum.

Ve elime bir kağıt parçası uzattı.

-Doktor, isteyerek rüya görülür mü hiç? Reçeteyle rüya…İmkansız.

-Bu müspet bir ilimdir, dostum! Burada itiraz olmaz! ”( Tanpınar, 2018:118).

Görülecek rüyaların listesini vermek, bilimin olgusal realiteyi dikkate almadan mutlak bir hüküm olarak ortaya çıkmasıdır. Çözümü realiteye bakmadan kutsal bir bilgi gibi dayatmaya çalışmasıdır. Daha çok olgusal gerçeklikleri dikkate almadan onları düzelteceğine inanan ideolojik bilinç tutumudur. Psikanaliz, bir ideolojik bilinç işlevi görür.  Psikanaliz ile pozitivizm arasında büyük bir benzerlik vardır. Çünkü pozitivizm de bilime inanç gibi yapışır. Onunla hayatı baştan başa yeniden düzenlemeye çalışır. Bilim, bütün meselelerin çözümüdür. Türkiye’de modernleşmesinin en önemli felsefesi pozitivizmdir. Toplum,  pozitivizme dayanarak modernleştirmek istenir. Bilim, bütün meselelerle başa çıkmanın yoludur. Toplumun yeni “mürşidi”dir, yani aydınlatma öznesidir. Fakirlik, cehalet, geri kalmışlık gibi tüm meseleler,  bilimle çözüme ulaşır!

SAE’de de bu bilim anlayışı psikanaliz üzerinden işlenir. Bilimin bir ideolojiye ve ütopyaya dönüştüğü anlatılır. Hasta olmadığı halde akıl hastahanesine atılan Hayri İrdal, psikanaliz tarafından tedavi edilmeye çalışılır. Ancak işin ironik tarafı, aslında hasta olan Hayri İrdal değil, psikanaliz ile hastayı tedavi edeceğini düşünen Doktor Ramiz’dir. Doktor Ramiz, psikanaliz ile Hayri İrdal’in bütün geçmişini, değerlerini, hafızasını kurcalar. Aslında kurcalanan bir toplumun hafızasıdır. Kurcalayan ise bilimden öte bilim ideolojisidir. Bilim ideolojisidir, çünkü psikanalize ”Bu müsbet bir bilimdir, dostum! Burada itiraz olmaz” deniyor. Yani psikanaliz, itiraz edilemeyecek ve mutlak bir biçimde teslim olunacak bir bilim olarak görülmektedir.

Türk modernleşmesinde peşinde koşulan bilim ile okunan hafıza, din, tarih ve gelenek de buna benzer. Pozitivist bilim felsefesiyle bakıldığı için geçmiş, tarih ve gelenek ile oluşan toplumsal hafıza ret edilir. Çünkü bütün bunlar mevcut sorunların kaynağı olarak görülmektedir. Psikanaliz ve pozitivizm ne kadar da yakınlaşıyorlar birbirine! İkisi de geçmişe bakıyor, geçmişi bugünkü meselelerin kaynağı görüyor. Psikanaliz, Türk modernleşmesine pozitivizmle okunarak sorunları çözecek ve toplumu kurtaracak bir ideoloji olarak algılanıyor.

Psikanaliz, meselelerin kaynağı geçmiştir diyerek geçmişi kurcalar ve geçmişte olumsuzluklar arar. Hastayı iyileştirmek için de geçmişte yanlış olduğu varsayılan kötüleri hafızada atmaya çalışır. Bir bakıma bireyin hafızası üzerinde operasyonlarda bulunur. Pozitivizmde de mazi aşılmıştır. Mazi geri, karanlık, hurafe, metafizik ve karanlıktır. Moderniteye geçmek için bütün bunlardan kurtulmak gerekir. Toplumsal hafıza geri ve yaşanan kötünün geçmiş kaynaklarını içinde barındırır. Bundan dolayı ret edilir. Tarih reddiyeciliği bunun en bariz örneğidir. Osmanlı ve Selçuklu yok sayılır. Din ret edilir; bundan dolayı Osmanlı ve Selçuklu tecrübeleriyle ete kemiğe bürünen dini semboller, dini kurumlar ve dini pratikler tasfiye edilir. Bu açıdan da Türk modernleşmesi bir pozitivist psikanalizimdir. İnsan yerine toplumun bilinçaltı dünyasına yoğunlaşılır. Kaybedilen savaşlar, Batı karşısında tutunamamak, sanayi inkılabını gerçekleştirememek, cihan devletini kaybetmek gibi bütün olumsuzlukların kökenine gidilir. Bir sosyolojik psikanaliz yapılır. Sonuçta da Osmanlı büyük bir psikanalizden geçirilerek cumhuriyet ideali çerçevesinde bir modernlik icat edilir.

Toplum, ideolojiye uydurulmaya çalışılır. İdeoloji, modernliktir. Özelde de pozitivizmdir. Psikanalizin Türk toplumunda gördüğü işlev de budur. Hayri İrdal, hasta olmadığı halde psikanaliz için hasta görülür. Hasta için bilim değil, bilim için hasta icat edilir.  Fenomenolojik açıdan, modern varlığın anlamını pozitivizm ve psikanaliz beraber kurmak ister. Modern zaman bu bilim ideolojileriyle varlığı anlamlandırmaya çalışır.

5- Ayarsız modernlik: Bozuk saat, bozuk işleyen zamandır

            SAE’de saat ve zaman arasında akış vardır. İkisi iç içe geçmiştir. Saat, zamanı sembolleştirir. Böylece geçişler, etkileşimler ve akışlar temelinde bir modernlik ve zaman ilişkisi ele alınıyor. Geleneğin zamanından modernliğin zamanına geçerken hem kopuşlar hem de akışlar yaşanmaktadır. Nitekim cumhuriyet döneminin ailesi,   modern kadınlar ve modern cemiyetler “Mübarekten” tamamen kopamazlar. Mübarekle ilişkilerini sürdürmeye devam ederler. Yine Zeybek oynarlar. Yine İstprizma Cemiyeti ile ruh çağırma seansları düzenlerler. Seyyid Lütfullah Bey’in metafizik âlemlere yaptığı seyahatler, evlilikler ve ilişkiler sona ermiştir,  ancak ruhlarla etkileşim yine de devam eder. Hem de bunlar İstanbul’un en modern çevresi olan sosyete içinde gerçekleşir.  Fakat ne Zeybek Zeybek olarak oynanmakta ne de ruh çağırma seansları artık eski ruhlarla iletişim kurma anlamını taşımaktadır.

            Türk modernliği içinde geleneğin zaman ve anlamlarını taşırken, Batılı anlamlar ve zamanlarla kurulmaya çalışılır. Türk modernliğinin bütün yenilik ve geçmişten kopma çabalarına rağmen yine de geçmiş onun peşini bırakmaz. Mazinin anlamı şimdinin anlamına akar yer yer. Tanpınar, Bergson’un zaman düşüncesine bağlı kalarak mazinin aktığını şimdi ve geleceği etkilemeye devam ettiğini( Bergson,2017:93 ve 98) de işler burada. Zeybek’in oynanmaya devam etmesi ve İstprizma Cemiyetinin ortaya çıkması da bunu göstermektedir.

Modernleşme ile beraber zaman da anlamsal değişime uğrar. Nitekim SAE’de anlatıldığı gibi, Meşrutiyetten sonra “ayarsız saatler” çoğalmaya başlar. Nuri Efendi bunlar karşısında çileden çıkar. “Ona göre işlemeyen, kırılmış, bozulmuş bir saat hastalanmış insana benzerdi. Tabiatında mazurdu. Fakat ayarsız bir saatin hiçbir mazereti yoktu. O bir içtimai cürüm, korkunç bir günahtı. İnsanları iğfal etmek, onlara vakitlerini israf ettirmek suretiyle hak yolundan ayırmak için şeytanın başvurduğu çarelerden biri de Nuri Efendiye göre şüphesiz ayarsız saatlerdi!”( Tanpınar,2018:35).

Hayri İrdal, Halit Ayarcı ve Doktor Ramiz şehir turundayken, İstanbul meydanlarındaki saatlerin bozuk çalıştığını görüyorlar. Beyazıt meydanındaki, Eminönü’ndeki ve hatta Kadıköy’deki saatler, “ayarsız saatler”dir. Şehirdeki saatlerin hiç biri birbirini tutmuyor ( Tanpınar,2018:197). Saatlerin bozuk çalışması ve her birinin zamanı farklı göstermesi bir “zaman ayarsızlığını” anlatıyor. Bir bakıma modernite ile gelen zamanın işleyiş biçimindeki ayarsızlığı ifade eder. Aslında ayarsız saatler, ayarsız modernliği sembolleştirir. Modernleşme, zaman bağlamında harmonisi olmayan bir ritimde yürümektedir.

Halit Ayarcı, bu “ayarsız saatler” meselesini tamamen nesnel algılıyor. Çünkü modern bilinçle bakıyor. Bundan dolayı bu durumu düzeltmek istiyor. Bunun için de saatlere ayar verecek  Saatleri Ayarlama Enstitüsünü kuruyor. Saatin nesnel bir biçimde çalışmasını ve çalışma hayatının buna bağlı bir biçimde dakik ve verimli geçecek şekilde düzenlenmesini arzuluyor. SAE, Türk modernleşmesinin içinde kurulduğu bu nesnel zamanın inşasını anlatır. Toplum, modern zamanın bilinç ve pratiğine alıştırılacaktır. Aslında alıştırılmak istenen modern zaman bilincinin ikamesidir. Yeni toplum, yeni bir ritme dayanacaktır.

SAE, ismiyle bile çok şeyi anlatıyor. Zamanın modernleşme ile beraber Türk toplumundaki anlamını anlatan bir boyutu gösteriyor. Saatler, ayarlama ve enstitü gibi üç kavramdan meydana geliyor. Bahsettiğimiz geleneksel zamandan kopuşla beraber yeni zaman geçilmekte ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Zaman yanlış işliyor. Ruhu yoktur, akortsuz. Bundan dolayı İstanbul’un bir çok yerinde saatler yanlış gösteriyor. Yanlış giden toplumsal zaman bilincinin akortsuzluğudur, anlamsızlığıdır. Bu zaman bilincinde insanın davranışları da akortsuzdur, toplum da akortsuzdur. Anlamsal bütünlüğü olmayan bir zaman içindeki sosyal hayat da biçimsizliklerle doludur.  Bundan dolayı romandaki kahramanlar Caz ile Zeybek oynamaya kalkarlar. Psikanalize kurtarıcı diye yapışırlar, icatlarla her şeyi kurtarmanın peşine düşerler. Garip ve anlamsız kurumlar üretmenin hayaline kapılırlar.

Ayarlanmak istenen akortsuz zamandır. Akortsuz modernliğin belli kurumlarla düzene sokma çabasıdır. Dönemin devleti de zaten birçok kurum ihdas eder. Halk Evleri, Köy Enstitüleri, Kız Enstitüleri, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Gazi Terbiye Enstitüsü…Bütün bu kurumların inşası, Halit Ayarcı’nın yenilikçi ve icat ihtirasını andırıyor. Toplumu akort etmek, z,amanı düzenlemek, zamanın toplumsal bilincindeki ritmi yeniden inşa etmek, zamanı zapt-ı rapt altına almak…

Bahsettiğimiz bu kurumlar da modernleşmeyle bozulan, sarsılan, kopuşlar yaşayan bir toplumsal varlığı “ayarlama enstitüleri”dir. Başlarında olan insanlar da Hayri Ayarcı gibi ihtiraslı, kurtarıcı ve yenilik peşinde koşarlar. Bu açıdan bakılınca SAE, Türk modernliğinin zaman tasavvurunda yaşadığı akortsuzluğa karşı derin bir eleştiridir.  Modernleşmenin bütünüyle maziyi ve onun zamanını ret ederek sürdürülmesine karşı bir meydan okumadır. Modern zaman, hayatımızı istila eden bir kültürdür. Mazi, akıp gelen ve etkilemeye devam eden bir süredir. Türkler modernleşirken maziyi ve onun kurumlarını yıkarak yerlerine yenisini kurmakla başarılı bir değişmeyi gerçekleştiremezler. Bu nedenle mazi ile sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır.

Romanda geleneğin toplumsal dünyası başlangıçta, bir mahalle formunda anlatılır. Seyyid Lütfullah, Nuri Efendi, Artisti Efendi gibi tiplerle bu toplum şekillenir. İlgileri, zihniyet dünyaları ve mahlale merkezli yaşamları ile modernitenin toplum tahayyülünden farklılaşırlar. Abdüsselam Bey,  büyük aile babası, akrabaları etrafına toplayan ve koruyan kişiliği, yardım sever tutumu ve kocaman eviyle birkaç aileyi birlikte yaşatan biridir. Nuri Efendi, saatçi. Saat mesleğine bir iş diye değil, bir hayat ve anlam diye bakar. Seyyid Lütfullah, dünyanın ötesiyle, metafizikle ilişkilidir. Periler, cinler ile haşir neşirdir. “Maddeye ruhen tasarruf etmek” isteyen adamdır. Seyydi Lutfullah, maddi ve bilimsel zahmetler çekmeden bir cinle, bir periyle , bir büyü ile hazineye ulaşmak emelindedir. Aristidi Efendi ise eczacıdır. O laboratuvarda çalışır. Kimyasallarla ve bilimle altına varmak ister. Bir gün bu çalışmalarından dolayı da laboratuvarı ateş alır ve bütün dükkanı yanar. Aslında birbirinden oldukça farklı gözüken bu iki karakterler temelde birbirine çok benziyorlar. Aristidi Efendi de bilime bilim olarak değil, simya olarak yaklaşıyor. Bilimle ruhani dünyaya hükmetmenin peşindedir. Metafizik ve fizik dünyasının iç içe geçerek yaşandığı zamanın tipleridirler.

Romanın ikinci faslında ise modern zaman arayışında tezahür eden modern tiplerle karşılaşırız. Doktor Ramiz, bilimi kurtarıcı gören bir pozitivisttir. Psikanaliz alanında doktora yapmasına rağmen psikanalizi bir kurtuluş ideoloji görür. Halit Ayarcı, icat adamı, kudret adamı, yenilik adamı. Tam modern bir tip. Pakize, modernliğe tutkuyla yönelen, eğlence ve zevke düşkün biri. Adeta emek vermeden, hazır kalıp ve zevk üzerinden modernlikle ilişki kurma gayretinde olan bir toplumu anlatır. Halit İrdal, arafın adamı. Benliğinin farkında değil. Sıradan bir insan. Biraz mongol, biraz tesadüf. Daha çok sahih ve samimi. Modernlik ve gelenek arasında kalmış bir şahsiyet. Ya da bu aralıkta kalarak iki dünyayı birden seyreden iddiasız, kudretsiz, beklentisiz, ihtirassız bir adam. Mazinin modernitede akan varlığı. Bir modern zaman dervişi.

Geleneksel toplum ve modernleşen toplum tipler üzerinden de etkileci bir şekilde temsil edilir. Tipler, salt bireysellik temelinde var olmazlar. Daha çok sosyolojiktirler. Ya da sosyolojik gerçekelikleri ve değişmeleri temsil eden kolektif varlıklardır. Weber’in ve Simmel’in tiplerle yorumladıkları toplumu, Tanpınar da benzerini yapıyor.

Sonuç

Tanpınar,  SAE adlı romanında Türkiye’nin modernleşmesini zaman ile yorumlar. Bir bakıma zamanın modernleşmesiyle toplumsal hayatta meydana gelen sorunları, Türk toplumu örneğinde değerlendirir.  Zaman ve anlamın toplum ilişkilerindeki etkileşimlerine dikkat çeker. Modern zamanın anlamdan yoksun niteliğini göstermeye çalışır. Bunu doğrudan anlatmak yerine, geleneğin zamanındaki anlamı göstererek yapmaya çalışır. Kuşaklar, dönemler ve aileler üzerinde modernleşen zamanın anlamını ifşa eder.  Halit İrdal karakteriyle yeni zaman( asri zamanlar) bilincinin kaotik pratiklerini anlatır. Halit İrdal’ın eşi Pakize, Doktor Ramiz ve Halit Ayarcı etrafında dönen tutkular, pratikler ve arayışlar zamanın modernleşmesiyle beraber ortaya çıkan anlamın veya anlamsızlığın tezahürlerini eleştirir. Belki de daha çok bir türlü oluşmayan anlam ve yaşanan kaotik anlamı göstermeye çalışır.

Zaman, bir toplumsal bilincin ritmidir. Türk toplumsal bilinci, modernleşme ile beraber ritim dönüşümleri yaşıyor. Ancak bu dönüşümde ciddi sarsılmalar ve kopuşlar ortaya çıkıyor. Bunlar da insanın ruhunu ve toplumsal pratiklerini ciddi şekilde etkiliyor. Ayarsız saatler misali ayarsız ruhlar doğuyor. Milleti millet yapan ruhsal temeller sarsılıyor.  

Tanpınar’ın eşya ve insan arasındaki ilişkilerin ürettiği anlamın, zaman içinde bir hafıza oluşturduğundan bahsetmesi onu bir sosyolog yapmaz mı? Hem de gündelik hayatın sosyolojisini yapan bir  sosyolog! Tekrarlamakta fayda var: Tanpınar, Türk toplumunun modernleşmeyle beraber gündelik hayatının değişimini zaman üzerinden anlatıyor. Zamanın gelenekten modernliğe geçerken saat sembolüyle nasıl bir anlam dönüşümüne uğradığına dikkat çekiyor. Bu açıdan bir fenomenoloji yapıyor. Sosyolojik fenomenoloji… Çünkü eğlence, tipler, davranışlar, psikanaliz, cemiyetler, kurumlar insanların gündelik hayatları içinde yaşadıkları zamanlardır. Bu zamanlar yeni modern anlam içinde oluşmaya başlar. Fakat mazideki zaman istenmese de akmaya devam eder.

Edebiyat mı sosyoloji yapıyor,  sosyoloji mi edebiyat metinlerini sosyolojiye dönüştürüyor? Aslında ikisi de mümkündür. Tanpınar, SAE romanıyla bir toplumu anlatıyor. Modernlik ve zaman ilişkisinin sosyal hayatta, kuşaklar arasında ve toplumsal pratiklerdeki tezahürlerini ele alıyor. Bu açıdan toplum olaylarını romanla anlatan bir şahsiyettir. Sosyologlar, büyük bir edebiyatçının metinleştirdiği toplumsal anlatıyı görmezden gelemezler. Özellikle bu edebiyat, toplumun kendisini şiir, roman, hikâye ve dil ile anlatmasına imkan veriyorsa. Tanpınar da Türk modernleşmesinin kuruluş ve toplumsallaşma dönemlerinde yaşayan ve bunu edebiyatına konu edinen bir yazardır. Toplum da Tanpınar’ın muhayyilesinde ve üslubunda kendisini yansıtıyor.  Edebiyatın, kurgunun ve sanatçının bütün sübjektifliğine rağmen yine de toplumsal gerçeklikler bir biçimde kendisini yansıtmaya devam ederler. Özellikle fert kadar cemiyeti de önemseyen anlatı ve sanatçılarda bu daha da mümkün olmaktadır.

Kaynakça

Aydın, M.(2010) Ahmet Hamdi Tanpınar, Ankara: Doğu-Batı Yayınevi

Bergson, H.(2017) Yaratıcı Tekâmül, Trc: M.Ş.Tunç, İstanbul: Dergah Yayınları

Heidegger, M.(2008) Varlık ve Zaman, Trc: K. Ökten, İstanbul: Agora Kitaplığı

Giddens, A.(1994) Modernliğin Sonuçları, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Lewis, M-Staehler,T.(2019) Fenomenoloji, İstanbul: Fol yayınları

Safranski, R. (2008)  Heidegger, İstanbul: Kabalcı Yayınları,

Schultz, A.(2018) Fenomenoloji ve Toplumsal İlişkiler, Ankara: Heretik Yayınları

Simmel, G.(2009) Bireysellik ve Kültür, İstanbul: Metis Yayınları

Tanpınar, A.H.(2018) Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İstanbul: Dergâh Yayınları

——————(2017) … “Antalyalı Kıza Mektup”, Tanpınar’ın Mektupları içinde, Haz: Z. Kerman, İstanbul: Dergah Yayınları, ss. 315-321

Zahavi, D.(2018) Husserl’in Fenomenolojisi, İstanbul: Say Yayınları