Tasavvuf ve Sosyoloji
Giriş
Tasavvuf ve sosyoloji ilişkisi, tasavvuf ve toplum arasındaki tecrübenin bilimsel düzlemde kendisini ifade etmesidir. Toplum içindeki tasavvuf olgularının ve eylemlerinin soyutlanarak belli nedensellik ilişkileri ve sistematik bir tarzda ortaya konulmasıdır. Sosyoloji de bir bilimdir tasavvuf da. Ancak tasavvuf bir bilimden daha fazla şeydir. Bilim olduğu kadar ruhsal arınma ve olgunlaşma için gelişen bir yöntemdir aynı zamanda. Bu açıdan bakıldığı zaman sosyoloji ve tasavvuf ilişkisi de farklı biçimlerde açıklanabilir. Birincisi, sosyoloji tasavvufu bir bilim faaliyeti olarak algılayarak hareket eder. Tasavvuf biliminin müktesebatından yararlanarak toplumdaki tasavvuf tecrübelerinden bilgi edinmeye çalışır. Bu açıdan özellikle tasavvuf tarihi ve tasavvuf aktörlerinin hayatını anlatan metinler büyük bir önem arz etmektedir. Yine tasavvuf biliminin, İslam toplumlarının sufi tecrübelerini bilimsel veriler haline getiren sosyal boyutlarından faydalanır.
İkinci ilişki ise tasavvufun toplumsal hayatta kurumsallaşması, sosyal aktörlerle temsil edilmesi ve sosyal hareketlere dönüşerek var olan pratikleriyle ilgilidir. Burada tasavvuf, bilim olmanın ötesinde Müslüman toplumlarla beraber yaşayan kurumlardır, cemaatlerdir, yapılardır, dergahlardır. Zahit tipleri ile çeşitli insan modelleridir. Kültürel ve sanat faaliyetleriyle “kültür sosyolojisi”dir. Ahilik sistematiğiyle toplumun çalışma ahlakıdır. Toplumsal krizler döneminde toplumu yeniden anlamlandırarak yapılandıran sosyolojik teodisedir.
Tasavvuf, sosyoloji açısından hem bir bilim hem de bir toplumsal tecrübe olarak araştırılması gereken çok önemli bir alandır. Çünkü tasavvufun toplumu şekillendiren, ayakta tutan, yenileyen ve yeniden üreten boyutları bulunmaktadır. Ayrıca toplum da kendisini tasavvuf akımları, kurumları ve söylemleriyle anlatabilir. Özellikle kolektif tasavvuf kurumları, söylemleri ve hareketleri bir açıdan sosyolojik dinamiklere dayalı toplumsal tezahürlerdir.
Bu çalışmada sosyoloji ve tasavvuf ilişkisini ele alırken bir tasavvuf sosyolojisi perspektifi olduğunu ve bunun da nasıl bir muhtevaya sahip olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Tasavvufun sosyolojik muhayyile boyutuyla da bu alt bilim dalı için taşıdığı anlamın yöntemsel özellikleri üzerinde duruyoruz.
- Sosyolojinin toplumu anlama yollarından birisi olarak tasavvuf
Sosyoloji, toplumu araştıran bir bilimdir. Sosyal varlığın çeşitli boyutlarını anlamaya yönelerek araştırmalarını yapar. Toplum da kendisini farklı kolektif temalarla, alanlarla, kurumlarla ve faaliyetlerle ortaya koyar. Toplum, toplumsal boyutlarla oluşur, meydana gelir ve devam eder. Bu boyutlara kurumlar, sosyal hareketler, sosyal failler, sosyal eylemler adını da vermek mümkündür. Yine toplumsal alanlar arasında aile grubu, eğitim kurumu, sosyal hareketler ve göç dalgaları gibi komplike bütünlükler yer almaktadır. Din de, toplumun kendisini üzerinde anlattığı bir temadır, bir kurumdur, bir sosyal hareketler alanıdır. Toplum, dinin birçok boyutlarıyla beraber kendisini anlatır. Başka bir ifadeyle toplum ekonomi, aile, cinsiyet, tabaka, sınıf gibi kolektivitelerle(ortaklaşmalar) anlattığı gibi dini kolektivite ile de anlatır. Özellikle din aracılığıyla maneviyat, spirtüal, mistik açıdan kendisini temsil eder. Toplumsal varlık, dinin kolektif kurumsallıkları, sosyal hareketleri ve hicret gibi sosyal eylemleriyle de var olur. Cemaatler, camiler, tarikatlar, cuma namazı, hac ibadeti gibi bütün dini yapı ve eylemler toplumun kendisini maneviyat üzerinden anlatımıdır.
Tasavvuf da dini nitelikli toplumsal var oluşun özel bir biçimidir. Dinin, toplumsal fenomenlerinden biridir. Daha öz bir ifadeyle, toplumun dinden yararlanarak kendisini mistik ve maneviyat yönüyle dışa vurmasıdır. Tasavvuf bir ortaklaşa bilince, bir topluluk bilincine ve yine bir sosyal benliğe dönüştüğü zaman toplumun kendisini temsil etmesini sağlar. Toplumun bilinci, çok özel bir dini tezahür şeklinde var olur.
Tasavvuf, toplumun kendisini yansıttığı ve ortaya koyduğu bir sosyal varlık alanıdır. Bunun için de çeşitli sosyal hareketler biçiminde var olur, sosyal kurumlara dönüşür ve yine sosyal benlik tezahürleriyle sosyal kimliği temsil eder. Nakşibendilik, Mevlevilik, Kübrevilik ve Bektaşilik gibi tasavvufi ekolleri, aynı zamanda sosyal hareketlerdir. Toplumsal varlığın içinde oluşan dayanışmalarla birlikte belirginleşirler. İnsanlar bu sosyal hareketler içinde mobilize olur, eğitim alır, dayanışma ve yardımlaşma faaliyetlerinde bulunurlar. Örneğin Mevlevilik aracılığıyla musiki, hat, farsça dilini öğrenme gibi alanlarında çeşitli yetkinlikler kazanılır( Revnakoğlu, 2008: 427,460/ Bayat, 2018: 549-569. Böylece tasavvuf bir sosyal form içerisinde çeşitli fonksiyonlar icra eder ve varlığını da buna göre sürdürür. Toplum, bu sosyal hareketler aracılığıyla çeşitli ihtiyaçlarını karşılar. Hatta Nakşi Müceddidiye örneğinde olduğu gibi kendisini yenileyerek geleceğe taşımaya çalışır. Örneğin Gazali’nin tasavvuf anlayışı ile başlayan toplumsal yenileme Osmanlı modernleşmesinde de varlığını sürdürmeye devam edecektir. Nitekim II. Mahmut’un başlattığı ıslahatlar dönemin tecditten yana olan tasavvuf hareketleri tarafından topluma mal edilmeye çalışılacaktır.(Yıldırım, 2021,241-243; Manneh,B.A.2001: 99-114 )
Tasavvuf, toplumsal yapı içinde oluşarak çeşitli kurumlar şeklinde tezahür etmektedir. Bunların başında ahilik, tekke, zaviye gibi yapılar gelmektedir. Bu yapılar aynı zamanda tasavvufi sosyal ve kültürel kurumlara dönüşür(Kara, 1990). Toplumsal yapı, tasavvuf üzerinden giderek kendisini üretir. Toplum da bu yapısal özelliklerle çeşitli kurumlar, statüler, roller ve hiyerarşiler ile belli bir istikrar kazanır. Bu kurumlar aracılığıyla toplum içinde eğitim, sanat, ekonomi faaliyetleri yerine getirilir. Örneğin Hacı Bayram Veli’nin Ankara’daki dergahı bu açıdan oldukça önemlidir. Bu dergahta tarımsal faaliyetlerde aktif rollerde bulunan ve toplumun yoksul kesimlerin ekonomik ihtiyaçlarına da karşılık veren bir kurumsallaşma ile karşılaşmaktayız(Başkan, 2020). Toplumsal yapı şeklinde tezahür eden tasavvuf olgusu şeyh, dede, sema, halife, derviş, müntesip gibi sosyal statülerle somutlaşır. Müntesipten şeyhliğe varan bir hiyerarşi içinde şekillenir. Şeyhlik, dedelik, halifelik ve dervişlik gibi rollerden meydana gelir. Parsons’un ifade ettiği toplumsal yapı tasavvuf örneğinde bir sistem olarak işlev görür(Parsons 1971:8, aktaran Poloma, 1993:160-161). Bu sistemiyle ile toplumsal bütünleşme ve istikrar işlevlerinde bulunur.
Sosyoloji, aynı zamanda sosyal eylemleri yorumlayarak anlamaya yönelen bir bilimdir( Weber;2012:112). Burada toplum bir yapı olmanın ötesinde bir eylem olarak tasavvur edilir. Hareket, ilişki ve oluş boyutlarıyla öne çıkar. Toplum, çeşitli sosyal eylemlerle tezahür eder. Bu bağlamda tasavvuf da çeşitli sosyal eylem ağlarından meydana gelmektedir. Tasavvuf geniş faaliyetler dünyasıyla sosyal eylemleri ihtiva etmektedir. Sosyal eylemler, dini veçheleriyle tasavvuf bağlamında da oluşur ve pratiğe dönüşürler. Sosyoloji, tasavvufu araştırarak sosyal eylemin çok farklı alanlardaki tecrübelerini anlama imkanına kavuşur. Ya da sosyal eylemin kendisini tasavvufla dışa vuran taraflarını gözlemler. Sosyal eylemin( social action) cemaatleşme şeklindeki toplumsal var oluşlarını anlama çabasına girer.
Sosyal eylemin tasavvuf konseptinde var oluşunu tasavvufi hareketlerin göç ve seyahatlerinde gözlemlemek mümkündür. Örneğin Anadolu’ya akın eden Vefailik, Yesevilik ve Haydarilik sufi ekollerin göç hareketleri büyük bir tarihi sosyal eylemdir. Bu tasavvuf hareketleri toplumda yerleşme, uyum ve uyumsuzluk konusunda çok önemli sonuçlara yol açmaktadırlar(Ocak, 2000:63-64)
Tasavvuf, sosyal eylemleriyle toplum üzerinde önemli etkilere sahip olur. Toplumu hem harekete geçirdiği gibi ve isyanlarla kimi zaman beraber olma gibi dağıtma gibi işlevlere sahip olabilir. Yeniden yapılanma, ıslah ve yerleşme konusunda önemli sonuçlara da yol açabilir. Sosyolog, sosyal hareketleri ya bütünleşme ya da çatışma temelinde açıklıyorlar. Marx, çatışmanın Durkheim bütünleşmenin sosyolojik öncüleri olarak görülürler. Oysa toplumsal yapıda ve eylemlerde hem bütünleşme hem de çatışma bulunmaktadır. Toplumsal varlık da bütünleşme ve çatışma diyalektiği temelinde tezahür etmektedir. Bundan dolayı tasavvuf da bütünleşme ve çatışma diyalektiği çerçevesinde toplum içinde var olur. Ancak tasavvuf, bu diyalektiği daha çok bireyin kendi içine taşımaya çalışır ve bunu da “büyük cihat” olarak algılar. Bireyin benliğinde çatışmanın yaşandığı ve yine çatışmayı burada araması gerektiği ifade edilir. Nitekim Mevlana Hz. Musa ile Firavun arasında yaşanan çatışmanın insanın içinde aranması gerektiğini söyler. Hatta tasavvuf nerdeyse tamamen, insan içinde yürüyen çatışmanın durulması ve hakikatin zaferiyle sonuçlanması için yapılan bir ruhsal arınma eylemidir.
Tasavvufun çatışmaya ilişkin bu ana söylemsel yaklaşımına karşın farklı pratiklerle de karşılaşabiliyoruz. Müslüman toplumların tarihi ve içtimai pratiklerinde çeşitli mistik hareketlerin mehdi-mesih inancı, fetih ve Müslüman topraklarını savunmak çerçevesinde bir çatışma eylemine de dönüştüğünü görüyoruz. Babailer İsyanı, Hamza Melamiliği, Otman Baba ayaklanması gibi isyanlar yanında Milli Mücadelede Özbekler Tekkesindeki çalışmalar ve Mevlevilik içinde kurulan alaylarla da tasavvuf vatan savunmasında önemli roller üstlenmiştir.
- Tasavvufun sosyal varlığını kavrama yollarından biri olarak sosyoloji
Tasavvuf, bir bilimdir. Dini ilimlerin ana gövdesini oluşturur. Bu bilim çeşitli alt disiplinler aracılığıyla varlığı çoğul boyutlarıyla kavramak için çok farklı araştırma yöntemlerine sahiptir. Arınma, nazar, tecrübe, keşf, vehb gibi çeşitli boyutlarla bilgiye ulaşmaktadır( Kılıç, 2017:69). Tasavvuf, varlığı felsefi veya ontolojik veçhesiyle araştırdığında tasavvuf felsefesi halini alır. Tarih açısından ele alarak, tarih içinde tasavvufun oluşumunu, evrelerini, değişimlerini inceleyen bilim haline geldiğinde buna da tasavvuf tarihi denir. Ayrıca tasavvufun tevhit, nübüvvet, haşir, ahiret gibi konular üzerinde duran tasavvuf kelamı diyebileceğimiz bir yönünden de bahsedilmektedir. Tasavvuf, nihayetinde insanın ruhsal dünyasını güzelleştirme ve arındırma yoluyla onu ahlaklı bir insan yapma amacını gütmektedir. Fakat tasavvufun bunları aşan başka bir geniş dünyası daha bulunmaktadır. Bu dünya, tasavvufun farklı bir doğasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan tasavvuf, toplum içinde oluşan ve gelişen, toplumsal krizler ve dönüşümlerle beraber yeni neşvelere bürünen bir gelenektir. Bu açıdan tasavvufu toplumsal bağlamda ele alan bir bilim olarak sosyoloji önem taşımaktadır. Tasavvufun toplumsal bağlamı nedir? Tasavvuf, nasıl bir toplumsal yapı içinde varlığa kavuşmakta ve yapılanmaktadır? Tasavvuf, çeşitli cemaatleşme yapılarıyla kendi içinde nasıl bir sosyal varlık özelliğine sahiptir? Bu soruları veya tasavvuf toplum ilişkisini belli bir uzmanlık çerçevesinde sosyoloji cevaplayabilir.
Tasavvuf biliminin sosyal varlığı kavrayabilmesi için sosyolojiye ihtiyacı vardır. Özellikle sosyal varlığın dinin özel bir biçimi olan sufi ekoller ve örgütlenmelerdeki yapısını kavramak için bu gereklidir. Oysa bugüne kadar tasavvuf bilimi ahlak, ilahiyat, tarih ve felsefe etrafında dönmektedir. Halbuki tasavvuf bilimi, tasavvuf olgusunun ve ilişkilerinin içinde var olduğu ve varlığını yeniden ürettiği toplumsal alanı tanımak için sosyolojiden yararlanmalıdır. Cemaatleşme veya kolektif yapılar oluşturmanın grupsal dinamiklerini ve sosyal benliği inşa etmenin kolektif doğasını sosyoloji vasıtasıyla açıklayabilir. Yine büyük toplumsal alt üst oluşlarla birlikte yaşanan sufi grupların krizleri, çatışmaları ve deformasyonlarını da sosyoloji perspektifiyle açıklayarak çok önemli bilgilere ulaşabilir. Nitekim İslam toplumları Moğolların istilası ile beraber büyük bir krize girmektedir. Toplum kurumları, hareketleri ve değerleriyle beraber bütünlüğünü kaybetmektedir. Mevlevilik, bu büyük alt üst oluş içinde doğan bir tasavvuf yoludur. Mevlana, Mesnevisinde insanı odağa alarak adeta dağılan insan anlamını tasavvuf aracılığıyla yeniden inşa etmektedir. Mevlana Mesnevi eserinde şehirler, aktörler(arifler, ulema, edipler, hükümdarlar, emirler), ticaret ilişkileri üzerinden giderek çeşitli düşünceler geliştirir ve bunlarla yeniden toplumu belli anlamlar çerçevesinde kurmaya çalışır. Sosyolog Peter Berger’in Weber’den yararlanarak geliştirdiği “toplumsal anlam kazanma” konusu aslında çok önemli bir sosyolojik teodisiyi gündeme getirmektedir. Toplumlar sarsıldıkça ve kaosa sürüklendikçe anlamları da sarsılır. Anlamsızlık kolektif bir şekilde kendisini hissettirir. Şer, kötülük sosyal olgular halinde meydana geldiği için toplum da büyük bir anlamsızlığa bürünür. Sosyal düzen alt üst olur. (Berger, 1973:67). İslam toplumları da Moğolların saldırıları karşısında büyük bir anlamsızlık sorunuyla karşı karşıya kalır. Nitekim tasavvuf yapıları ve aktörleri de yerlerinden sökülürler. Mevlana ve Necmeddin Ed-Daye başta olmak üzere bir çok şahsiyet bu şartlardan derinden etkilenir. Mevlevilik başta olmak üzere çeşitli tasavvuf ekolleri, topluma yeniden anlam verirler. Anadolu özelinde, Türkler yeniden maneviyat temelinde toplumsal varlıklarını inşa ederler. Abdallar, Bacılar, Gaziler ve Ahiler denilen(Köprülü, 1993) yeni kurucu toplulukların sıkı bir biçimde tasavvufla ilgili olmaları da bunu göstermektedir.
Mevlana, Buhara, Tebriz ve Bağdat şehirleri ile ilgili anlatımlarla yeni bir toplumsal anlam dünyası ortaya koyar. Adeta bir Medinetü’Sufiyye modeli geliştirir. Tasavvuf aracılığıyla toplum ruhunu şehir planında gösterir. Sosyoloji ile baktığımızda, düşündüğümüzde ve yorumladığımızda şehir formunda bir tasavvuf toplumu gösterilmektedir. Tasavvufun sosyolojik muhayyilesiyle şehir formundaki toplum bilinci ifade edilmektedir.
Sevgilinin gönlü mermerler gibi katı bir hale gelse bile ruhum yine Buhara’ya gitmek istiyor.
Orası sevgilimin konağı, padişahımın şehri; benim vatanım orası…
Âşıklara vatan sevgisi budur!
Bir güzel aşkına dedi ki: Yiğidim, gurbette birçok şehirler gördün.
Hangi şehir daha ziyade hoşuna gitti. Âşık, “sevgilinin oturduğu şehir”.
( Mesnevi, III,1988:311, b.3806-3809)
Buhara, ruhun gitmek istediği Sufi Medine’dir. Sufi, seyr-ü süluk için yola revan olan bir şahsiyettir. Menzil ise Buhara’dır. Buhara, bir ruh şehridir, mana şehridir, Sufinin Medine’sidir. Çünkü sevgilinin şehri, Allah’ın şehri, vatan şehir. Âşıkların yurdudur. Sufi, yeryüzünde dolaşıp durur, hep yoldadır, hep seyahat halinde. Bundan dolayı da gurbettedir. Hayat, bir gurbet âlemidir onun için. Gurbetin son bulacağı şehir yeryüzünde Buhara ile somutlaşır. Çünkü Buhara irfan ehlinin ve âlimlerin yetiştiği büyük bir İslam şehridir. İdeal sufi şehri kalptedir, yalnız onun dünyadaki halini muhteşem irfan ehli ve ilim ehli insanların yetiştiği Buhara. Yola çıkarak hakikati arayan derviş de gurbet çeker ve sevgilisine ulaşmakla yanıp tutuşur. İşte vuslat, Sufi Medine’ye varmakla gerçekleşir.
Tasavvuf, toplumu hem manevi açıdan kurar hem de toplumun dağılma, sarsılma ve kriz anlarında onu yeniden anlamlandırma gibi bir rol üstlenir. Anadolu coğrafyası örneğinde Moğol saldırılarıyla paramparça olan ve adeta harabeye dönenen toplum hayat, yeniden tasavvuf ile ihya edilmeye çalışılır. Mevlana’nın Sufi Medine arayışı da bunu göstermektedir. Medine’tüs Sufiyye ideali, yeni bir toplumu tasavvuf yoluyla ihya etme tasavvurudur. Tasavvuf, sosyolojik muhayyilede bir şehir formuyla meydana gelmektedir.
Toplumsal yapının inşa edilmesinde çeşitli zaviye ve dergâhların oynadığı roller kadar belki de daha fazlası sosyal benliğin kurulmasında tasavvufun oynadığı roller önem taşımaktadır. Hem toplum açısından hem de birey açısından sosyal benliğin varlığı çok önemlidir. Çünkü toplum, kolektif bir benlik temelinde varlığa gelir. İnsan da toplum içinde yaşar ve bu nedenle benliğinin sosyal boyutu vardır. Ferdi benliğinin aynası toplumdur. Toplumda kendisini seyreder(Blumer, 1967: 535-544). Benliğin ferdi ve sosyal bağlamlarından öte bir de metafizik boyutu bulunmaktadır. İnsan, bu benliğe yönelim içindedir ve bu erek çerçevesinde olgunlaşır( Yıldırım, 2021:100-101). Büyük irfan adamı Eşrefoğlu Rumi’nin kullandığı “kavmi nefisler” kavramı tam da tasavvuftaki sosyal benliğin önemini anlatmaktadır. Rumi, emmare kavmi, levvame kavmi ve muamainne kavmi ifadeleriyle( Eşrefoğlu Rumi,2013:36 ve 48) benlik ve toplum arasında önemli ilişkilerden haber verir. Buna “sosyolojik nefis” adını verebiliriz( Yıldırım,2021:106). Sonuçta tasavvufta sosyal bir benliğin varlığı büyük bir önem taşımaktadır. İnsanın kendi nefsini terbiye etmesinin sosyolojik veçhesi bulunmaktadır. Bu nedenle benlik üzerinde yapılan olgunlaşma eylemleri ferdi olmakla sınırlı kalmaz. Bunun kadar sosyal boyut veya toplumsal veçhe de önemlidir. Tasavvuftaki “halk içinde hak” veya “ halvet der encümen” ilkeleri de bunu yansıtmaktadır. Derviş, toplumdan tamamen çekilerek bir mağarada, bir dergahta veya bir zaviyede hayatı boyunca yalnızlığa kendisini kapatan bir şahsiyet değildir. Bunun yerine topluma zararı dokunduğu, toplumun ona zarar verdiği veya topluma hiçbir katkı vermediği anlarda inzivaya çekilir. Ayrıca toplumun ürettiği olumsuz sosyal etki baskısından ve sosyal alışkanlıklarından çıkarak kendi ruhsal varlığını derinleştirmek için de çileye çekilir. Bunun dışında ancak toplumla yaşayarak imtihanlarla yüzleşebilir, sıkıntılara karşı sabır gösterebilir ve hizmetlerini gerçekleştirebilir.
Çilenin ve olgunlaşmanın ferdi veçhesi kadar halk veçhesi de önem taşır. Bundan dolayı çile, seyr-ü sülük ve benzeri olgunlaşma süreçlerinin bir tarafında sosyal benlik vardır. Burada toplum veya halk ile beraber olmak ve onunla ikili ilişki kurmak gerekir. Birincisi, toplumu ıslah etmek ikincisi toplumun ürettiği veya taşıdığı çeşitli kötü alışkanlıklar, ortamlar, ilişkiler ile imtihan içinde yaşama bilinciyle sosyal benliği hakikat içinde tutmak gelir.
- Düşünümsel sosyolojik ilişki açısından tasavvuf
Düşünümsel sosyolojik yöntem, toplumsal anlamı ve nesnelliği karşılıklı bir etkileşim içinde ele alır. Sosyolojik ekoller üzerinden açıklarsak fenomenoloji ve natüralizmi birleştirir. Sosyal varlığın fail ve yapı boyutlarını birlikte ele alır. Bunların birbirini üreterek var olduğunu söyleyerek sosyolojide fail-yapı, anlam-nesne, doğal-ideal gibi dualiteleri aşar. Sosyolog Giddens’in fail olarak insanı toplum içindeki yapıyı üretirken aynı zamanda kendisini yeniden üreterek sonuçta hem fail hem de failin içinde olduğu bir ortak etkileşimle toplum bilincinin var olduğuna dikkat çeker. Buna da reflekstif, yani düşünümsellik adını verir( Giddens,2003: 211). Yapı, sadece insan eylemlerine sınırlamalar getiren bir alan değil, aynı zamanda ona imkânlar sağlayan bir faktör olarak tanımlanmalıdır. Buna yapının ikiliği denir. Yapı bu açıdan kendi yapılaşmasındanhareketle araştırılır. Böylece toplumsal pratiklerin yapılaşmasını araştırmak, yapının eylem aracılığıyla nasıl inşa edildiğini ve yine eylemin yapı aracılığıyla nasıl inşa edildiğini açıklamak anlamına gelir. Yapılaşma süreçleri anlamların, güçlerin ve normların karşılıklı etkileşimini kapsar( Giddens, 2003:212).
Pierre Bourdieu, düşünümsel sosyoloji yöntemi geliştiren başka önemli bir sosyologdur.” Pratik teorisinin içine bir teori pratik teorisinin dahil edilmesi” olarak görülür. Teor,i ve araştırmacının içi içe geçişi söz konusudur. Bourdieu, Cezayirdeki Kabiliye kabilesini araştırdığında soyut mantık ve pratik mantık arasındaki ilişkiyi teorileştirerek bunu göstermeye çalışır( Bourdieu-Wacquant,2021:83-84). Sosyolojik düşünümsel perspektifinde, sosyoloji öznedeki en derin alana indiği gibi kurumlardki “toplumsal bilinçdışı”nı da gün ışığına çıkarılmaya çalışılır( Bourdieu-Wacquant,2021:89). Sosyolojik düşünümsel, özneyi ve toplumu birlikte düşünen, pratik ve teoriyi birlikte ele alan bir yaklaşımdır. Toplum ve fert veya teori ve pratik ayırımlarına son verilir.
Düşünümsel sosyolojik yöntem sayesinde toplumu yapı mı özne mi, anlam mı algı mı gibi dualitelere bağlı kalarak ele alma zorunluluğundan da kurtuluyoruz. Toplumsal bilinç, hem failin hem de yapının beraberliğinde oluşan bir varlıktır. Toplumsal varlık eylem, olgu ve anlam birleşiminden meydana gelir. Olgusal gerçeklik toplumun nesnelliğini ifade eder, anlamsal gerçeklik ise öznel boyutunu dile getirir. Eylem ise bunların canlılığını, akışını, hareketini, oluşunu ve yönelimini oluşturur.
Tasavvuf ve toplum arasındaki ilişkiyi düşünümsel sosyoloji yöntemiyle araştırarak meseleyi daha iyi kavramak mümkündür. Çünkü düşünümsel sosyoloji yöntemi, toplumu mutlak bir özne olarak kabul etmez. Toplum ile ilişki içinde olan tema veya alan ne ise bunların birbirini karşılıklı olarak etkileyerek var olduğunu ileri sürer. Böylece klasik yapısalcı paradigmayı aşar; fail ve nesne farklılığını sona erdirmeye çalışır. Bu bakış açısıyla meseleye yaklaştığımız zaman toplum ve tasavvuf ilişkisi de etkileşelim içinde olan ve bu etkileşimle beraber varlık kazanan bir olgu olarak tezahür eder. Tasavvuf, sadece toplum üstü olan Kuran ve Sünnet gibi normatif alanlarla temellenmekle kalmaz, ayrıca bu normların zahit tipine, tekkelere, cemaatleşmelere dönüşümünü sosyal varlık içindeki görünümlerine de ulaşır.
Tasavvuf mu toplumu etkiler yoksa toplum mu tasavvufu etkiler? Tasavvuf ve sosyoloji ilişkisinde tasavvufun toplum üzerindeki etkilerini araştırmak mı önem taşımaktadır yoksa toplumun tasavvuf üzerindeki etkilerini mi? Başka bir ifadeyle tasavvufi sosyoloji mi yoksa sosyolojik tasavvufu mu öne çıkaracağız? Belki bu soruların felsefe ve tasavvuf arasındaki ilişkiler için de sorulması gerekir. Çünkü ciddi manada tasavvufi felsefe kadar felsefi tasavvuf olgusuyla da karşı karşıya bulunmaktayız.
Tasavvuf ve sosyoloji ilişkisinde düşünümsel sosyoloji yaklaşımını önermemizin nedeni de bu soruların ürettiği düalizmi aşmaktır. Çünkü bu yaklaşım bizi düalizmden kurtarır. Toplum ve tasavvuf ilişkisini araştırırken birisini diğerine feda etme tutumundan kurtuluruz. Ancak şunu da hatırda tutmamız gerekir. Toplum ve tasavvuf ilişkisini düşünümsel sosyoloji yöntemiyle ele alırken belli sorunları aşacağız ancak sosyoloji bilimi, sosyolojik olanı önde tutmaktadır. Başka bir ifade ile sosyoloji, tasavvufu sosyal bir konsept içinde anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Sosyal olanı, ortaklaşa etkileşimleri, kolektifleri, varlığın sosyal var oluşunu merkeze alır. Tasavvuf ve toplum ilişkilerine de böyle bakar ve böyle değerlendirir. Fakat düşünümsel sosyolojik tutum, tasavvuf ve toplumu ele alırken tasavvufun topluma aktığını ve toplumun da tasavvufa akarak karşılıklı etkileşimlerle ortaklaşa dünyalar, ortaklaşa benlikler, ortaklaşa eylemler ve ortaklaşa varlık alanların meydana geldiğini öngörür.
Sosyolojide toplum ve tasavvuf sosyal varlık temelinde birbirini etkiler. Bundan dolayı toplum tasavvufu dönüştürmekte, yeniden yapılandırmakta ve kendini dinin ruhsal biçimiyle anlatmaktadır. Bu açıdan tasavvuf, bir bakıma toplumun ruhsal dinamizminin kolektif var oluşudur. Kolektif maneviyatın tezahürüdür. Maneviyat, tasavvufla beraber toplumsallık temelinde meydana gelir. Toplumların kabile yapıları, yerleşiklik ve kırsallığı, modern ve gelenekselliği bu manevi yapıya nüfuz eder. Nitekim şehir toplumlarında daha üst bir kültürel temsile yönelen tasavvufi ekoller ortaya çıkarken, kırsal ve alt kültürel düzeyde olan toplumlarda daha sade bir zahitlik tipi şeklinde var olur. Sosyal antropolog Geertz’in İki Kültür adlı çalışmasında bunu gözlemlemek mümkündür. Fas kırsalında mistik pratikler ve söylemler sert, kapalı ve sınırlı bir düşünce dünyasına sahiptir( Geertz, 2012). Ya da şehirlerde gelişerek Osmanlı toplumunda yayılan Mevlevilik, şehir toplum formunda şekillenen bir mistik tecrübedir ve bu açıdan şehir toplumunun sanat, meslek, musiki ve edebiyat birikimini yansıtır. Nitekim bir çok bestekâr, şair, musikişinas ve dilci şahsiyetin bu irfan ocağında yetiştiği görülmektedir( Yücer, 2004: 433-434).
Tasavvuf ve toplum ilişkisinin ikinci veçhesinde ise tasavvuf toplumu etkiler. Bu açıdan zahit tipi, yeni bir toplumsal kimlik olarak yükselir. Toplumda çeşitli sosyal akımlar, hareketler ve kurumlar doğar. Tasavvuf dinamizmi, toplumu çeşitli değerler ve pratikler etrafında seferber eder. Toplum, tasavvuf aralığıyla bir kolektif ben bilincine ulaşır. Örneğin İbrahim Ethem üzerinden padişah olan bir şahsın fakirlik ve sıradan insan haliyle yaşayarak hakikate eriştiği mesajı yinelenir. Böylece kıymet verilmesi gerekenin erdemlilik olduğu hissedilir. Yine çeşitli fakir ya da “düşmüş” insanlar, tasavvuf aracılığıyla saygın hale gelirler. Sokak çalgıcılığından Müslüman ümmetin beğenisini kazanacak insanı kamil derecesine çıkan Rabiatül Adeviyye bunun örneğidir. Zahit tipi, dünyevileşme ile gelen krizleri aşmak için önemli bir ideal sosyal tip olarak doğar. Toplum bu ideal tip etrafında seferber edilir. Çatışmaya, kavgaya, yıkıma neden olan biriktirme, tahakküm ve hırs duyguları terbiye edilir.
Üçüncü olarak tasavvuf kendi içinde bir sosyolojidir. Grupsal dinamikleri, kurumsal yapısı, cemaatleşmesi ve sosyal faaliyetleri ile kendi içinde bir toplumdur. Bir açıdan “tasavvuf toplumu” diye ifade edebileceğimiz bir olguyla karşılaşıyoruz. Dervişler, dergahlar, tekkeler ve faaliyetleri bir toplum tarzını yansıtır adeta. Nitekim bu toplum tarzını şehir bağlamında ortaya çıkan çeşitli anlatılara rastlamaktayız. Hacı Bayram Velinin, Yunus Emre’nin ve Mevlana’nın adeta sufi şehir toplumu ideallerini görürüz. Bütün islam toplumlarında geliştirdikleri sosyal ağlarıyla, ürettikleri söylemlerle ve ortaya koydukları faaliyetleriyle önemli bir toplumu meydana getirir. Bu niteliğiyle çoğu kavmi, ulusal, coğrafi ve hanedan sınırlarının ötesine uzanır. Ayrıca bir tasavvuf öncüsü olan İmam-ı Rabbaninin kavramlaştırmasıyla konuşursak “zahiri toplum” yanında “batıni toplumu”( anlamsal toplum) meydana getirir. Sosyoloji, tasavvufun bu toplum, grup ve cemaat yapısını araştırır. Bu konuda tasavvuf bilimine önemli katkılar sağlayabilir.
Tasavvufi sosyoloji ve tasavvuf sosyolojisi iki farklı kavramdır. Tasavvufi sosyoloji, sosyoloji bilimini tasavvuf düşüncesiyle temellendirerek yeni bir toplumsal yaklaşım ortaya koyma arayışını ifade eder. Bir yönüyle mistik sosyoloji de denebilir buna. Bu tutum Batılı sosyologların çeşitli biçimlerde tartıştığı “sosyografi” ya da “kiliseye servis yapan” sosyolojiyi andırmaktadır. ( Aldridge, 2000: 5). Elbette İslam toplum tecrübesinin bir alt yapısı olan tasavvuf temelinde şekillenecek bir sosyoloji, tasavvufi sosyoloji olarak da önem taşıyabilir. Tasavvufi sosyolojiye karşın tasavvuf sosyolojisi ise daha nesnel bir bilim dalı olarak ortaya çıkar. Sosyolojinin bir alt bilim dalı olarak tanımlanabilir. Tasavvufa sosyolojinin kavramları, perspektifleri, dili ve paradigmalarıyla yaklaşarak araştırmalar yapan bir bilim dalıdır. Sosyolojik müktesebat ve sosyolojik bakma biçimlerinden yararlanarak tasavvufu araştıran ve yorumlayan bir alt disiplindir.
- Toplumun ruh cephesine ayna tutan sosyoloji olarak tasavvuf
Tasavvuf ve sosyoloji arasındaki ilişkinin en önemli boyutlarından biri de toplumun nesnel gerçekliğinin ötesinde onun ontolojik, metafiziksel ve ruhsal yönlerini düşünme ve araştırma imkanlarına uzanma gelmektedir. Yine tasavvuf söylemlerinde bahsedilen zahiri cemiyet ve batıni cemiyet bağlamında “anlamsal toplum”un varlığını gözlemlemek açısından da önem taşımaktadır.
Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı çalışmasında aslında kapitalizmin dayandığı dini ruhu anlatır. Hristiyanlığın modernleşmeyle beraber geliştirdiği Protestanlığın taşıdığı zahit tipini ele alır. Bu zahit tip, yeni dinsel oluşumun açıklanmasının temelini oluşturur. Kapitalizmin ruhu bu yeni ideal tip ile beraber somutlaşmaya başlar Bu yeni tip Kiliseyi bile rahatsız eder. Asketizm, zahitlik cemaatin Allah ile yaşamasından zevk alır( Weber,1965:130) Sonuçta ruh, toplumsal değişme ve zahitlik tipi arasında ilişki kurulmaktadır. Yeni toplumsal var oluş, yeni bir dini ruh ve bu ruhun dayandığı ideal bir tiple gerçekleşmektedir.
Weber, modernleşme ile beraber toplumların seküler döneme geçtiği düşüncesini benimsese de aslında bu yaklaşımıyla yeni toplumsal var oluşun arka planındaki ruhsallığı açıklamaya çalışmaktadır. Belki bu ruhsallık artık metafizik bağlamın dışına çıkarılmaktadır, doğaüstü bir alandan ayrılmaktadır. Bunun yerine doğa düzleminde duran bir ruh tarzından bahsetmektedir. Hegel başta olmak üzere bütün modern düşünürler gibi ruhu maddi gerçeklik bağlamında ele almaktadır. Fakat sonuçta yine de bir toplumsal ruh üzerinde durulmaktadır. Toplumsal tin, son tahlilde Hristiyanlıkla ilişkili olarak açıklanmaktadır.
İslam toplumları açısından düşündüğümüzde tasavvuf, toplumsal varlığın ruhsal boyutunu oluşturmaktadır. Toplumların ruhsal kuruluşu veya maneviyat temelinde inşa edilmeleri ihtiyacı önemli ölçüde tasavvuf sistematiği ile gerçekleşmektedir. Müslüman toplumun ruhsal ideal tipi, tasavvuftaki zahitlik oluşturur. Nefsini arındıran, dünyaya karşı mesafeli davranan, benliğini mutlaklaştırmayan ve diğerkamlık temelinde toplumla ilişki kuran bir tip.
Toplumlar, maddi nesnel gerçeklikler içinde oluşurken bedevi toplumlar ve medeni toplumlar olarak tanımlanırlar. İbn Haldun böyle açıklıyor. Ya da avcı toplumlar, göçebe toplumlar, şehir toplumları, barbar toplumlar adını veriyoruz. Ama öte yandan maneviyat açısından baktığımızda cahili toplumlar ve erdemli toplumlar akla gelmektedir. Farabi’nin toplum sınıflaması bu açıdan oldukça dikkat çekicidir. Farabi, Faziletli Toplum kavramını kullanır ve bu toplumu en temelde ahlak, adalet ve saadet ile tanımlar. Cahil Toplumu ise bunun tersine ahlaktan mahrum kalan bir toplum tarzı olarak görür( Farabi,2018). Bu bakış açısında toplum kavramı ahlak ve ruh üzerinden giderek tanımlanmaktadır. Saadet toplumu ahlak, adalet, yardımlaşma ve dayanışma içinde olan toplumdur. Bütün bu ilkeler ruhsal arınma ve kardeşlik ilişkileriyle kurulabilir. Üretim ve maddi ilişkilerle bir alakası yoktur. Nitekim ekonomik düzeyi çok gelişmiş ancak adalet ve ahlak konusunda kötü olan toplumlara cahili toplum denmektedir. Farabi’nin Cahiliye Medinesi/ Cahili Toplumu buna karşılık gelir. Hırs, tahakküm, tecavüz, şehvet gibi ahlaksız tutumlar ve düşünceler bu toplumda hakim bir şekilde varlığını sürdürür( Farabi,2018:204-206)
Tasavvuf, şehirleri toplum formuyla ele aldığında da onlara kalp der. Mevlana’nın şehir düşüncesinde bunu çok net bir biçimde görüyoruz. Bağdat, Buhara ve Tebriz ekseninde anlattığı ideal sufi toplum, gönül ile birleşir. Ruh ve kalp ile anlatılırlar. Sufinin seyr-ü sülukunda önemli uğrak yerleridir. Maneviyat temelinde şekillenirler. Bireyin ruhsal gelişmesinde tasavvufun oynadığı rol gibi şehirlerin, yani toplumların ruhsal arınmalarla yükselerek maneviyatlarını kuvvetlendirir. Örneğin büyük tasavvuf adamı ve Kübrevilik şeyhi Necmeddin Daye’nin ilim ehli, idare ehli, zanaat ehli, çiftçi ehli biçiminde çeşitli toplumsal tabakalardan bahsetmesi ve bunların tasavvufla arınarak olgunlaşmalarını araştırması oldukça dikkat çekicidir( Necmeddin-i Dâye, 2013: 313). Toplum, çeşitli tabaklar çerçevesinde tasavvuf aracılığıyla maneviyatını geliştirir. Toplumun ruh cephesi, her meslek veya tabaka grubunun ahlaki arınma ve tutumlarıyla kuvvetlenir.
Sonuç
Toplumun ilişkili olduğu tasavvufi boyutlar açıklandığı zaman, onların ruhsal yönlerini açığa çıkarma ve yorumlama imkânına ulaşabiliriz. Çünkü toplumun ruhsal dünyası, maneviyatla ilişkilidir ve bu da Müslüman toplumlarda kendisini tasavvuf ile ortaya koymaktadır. Aslında post-modern zamanlarda yeniden yükselen sipirtüalist akımlar da bir bakıma post-materyalizm ve post-pozitivizme işaret etmektedirler. Çünkü pozitivizm ve materyalizm temelinde yapılanan modern toplumlar, uzun süre maneviyatı dışladılar. Bu tutum, aynı zamanda sosyolojinin toplumun ruhsal boyutunu yok sayma yaklaşımını beraberinde getirdi. Fakat modernliğin çöken bu yapısı ile beraber sosyolojisi de çökmektedir! Daha doğrusu pozitivist sosyolojisi de sona ermektedir. Bundan dolayı toplumlarda yeniden doğan sipirtüalist(maneviyatçı) akımları da anlamaya yönelik yeni toplumsal yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Tasavvuf da yeniden sosyolojinin ilgisini çekmeye başlayacak ve hem tasavvufi düşünceyi hem de tasavvufi hareketleri kavramak için yeni yaklaşımlar ve kavramlaştırmalar doğacaktır.
Ruhun(maneviyatın) toplumsal alandan kovulduğu bir dönemin aşıldığı ve adeta ruhun yeniden toplumsal alana döndüğü zamanımızda, tasavvuf ve sosyoloji ilişkilerini, toplumsallığın maneviyatını veya maneviyatın toplumsallığını düşünmeye yöneliyoruz. Sosyoloji, burada tasavvufun söylemsel boyutlarından daha fazla toplumsal pratiklerde oluşan biçimlerine ve eylemlerine yoğunlaşır. Özellikle Türk toplumu gibi, büyük bir tasavvufi geleneğe sahip olan bir toplum gerçekliğinde bu daha da önem taşımaktadır. İslam toplumlarının yüzyıllarına etkide bulunmuş ve yine bu toplumun dönüşümlerinden etkilenerek farklı şekillerde varlık göstermiş bir olguya sosyolojinin bigane kalması zaten düşünülemez. Tasavvuf sosyolojisi alt disiplini olarak bu konuda kuramsal ve pratik çalışmalar yaparak toplumumuzun hem tarihsel hem de günümüzdeki yapısında etkili olan bir veçheyi anlamaya yönelecektir. Tasavvuf sosyoloji, sosyolojinin dinin toplumdaki özel bir biçimiyle meydana gelen cemaatleşme, kurumsallaşma, oluşma, dönüşme ve sosyal kimlik inşa etme gibi özellikleri ile ilgilenerek derinleşecektir. Böylece dinin ve toplumun etkileşimiyle tezahür eden kolektif yapıları ve kolektif eylemleri açıklama imkanına ulaşabilecektir.
Kaynakça
Alridge, A.(2000) Religion in the Contemporary World, London: Polity Press
Revnakoğlu, C.S.(2008) “Yunus’un Bestelenmiş Hikayeleri Nerede ve Nasıl Okunurdu?”, Tasavvuf Kitabı içinde, İstanbul: Kitabevi yayınları ss.427-460
Başkan, S.(2020) Hacı Bayram Veli Külliyesi, Ankara: Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Yayınları
Bayat, A. H.(2008) “Hüsn-i Hat Sanatında Mevlevilik ve Mevleviler”, Tasavvuf Kitabı içinde, İstanbul: Kitabevi yayınları, ss. 549-569
Berger,P.(1973) The Social Reality of Religion , London: Penguin University Book
Blumer, H. (1966). “Sociological Implications of the Thought of George Herbert Mead”. American Journal of Sociology, 71(5), 535-544. Retrieved December 25, 2020, from http://www.jstor.org/stable/2774496.
Bourdieu,P.-Wacquant,L.(2021) Düşünümsel Sosyolojiye Davet, İstanbul: İletişim Yayınları
Giddens, A. ( 2003) Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları, İstanbul: Paradigma Yayınları
Geertz, C. (2012) İki Kültürde İslam: Fas ve Endonezya’da Dinî Değişim, İstanbul: Küre Yayınları
Eşrefoğlu Rumi (2013) Müzekki’n- Nüfus, İstanbul: İnsan Yayınları
Farabi, (2018) Medinetül Fazıla, İstanbul: Litera Yayıncılık
Kara, M.(1990) Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul: Dergah Yayınları
Kılıç, M.E.(2017) Tasavvufa Giriş, Baskı 9, İstanbul: Sufi Kitap
Köprülü, F.(1993) Türk edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: TTK Basımevi
Manneh,B.A.(2001) “The Naqshbandiyya in Istanbul in the Early Tanzimat Period”,, Studies on Islam and the Ottoman Empire in the 19th Century, İstanbul: ISIS Press, pp.99-114
Mevlana Celaleddin-i Rumi (1988) Mesnevi Cilt 3, İstanbul: MEB
Necmeddin-i Dâye(2013) Tasavvuf Yolu, İstanbul: Marmara Üniversitesi, İlahiyat Vakfı Yayınları
Ocak,A.Y.(2000) Babailer İsyanı, İstanbul: Dergah Yayınları
Weber,M.(1965) The Protestant Ethic and The Spirit of Capitalism, London: Unwin University Books
Weber, M.(2012) Ekonomi ve Toplum, Cilt I, İstanbul: Yarın Yayınları
Yıldırım, E.(2021) Sufi Sosyoloji, İstanbul: Beyan Yayınları
Yücer, H.M.(2004) Osmanlı Toplumunda Tasavvuf(19.Yüzyıl), Baskı 2, İstanbul: İnsan Yayınları