Hicret, Cemiyeti Kamil’in Doğuşudur

Hicret, bir şehirden, bir vatandan, bir toplumdan çıkıp gitmek. Yurdunu, toprağını, şehrini ve toplumunu terk etmek. Niçin? Daha fazla para kazanmak, daha iyi mevkilere gelmek ya da yeni yerleri keşfetmek için mi? Kuraklıktan kurtulmak veya güvenliğe kavuşmak için mi? Bunlara göç denir. Hiç birisi hicret değildir. Çünkü hicret, fisebilillah ’tır. Yani Allah için yapılır. Onun emrini yerine getirmek, inancını yaşamak amacıyla yapılan bir harekettir. Peygamberler, hicreti yaşayan aktörlerdir. Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Nuh hicret eden peygamberlerdir. Hz. İbrahim, hicretler yaşayan bir peygamberdir. Memleketinden hicret eder, Hz. Hacer ve İsmail’i Mekke’de çölün ortasında Allaha bırakarak hicret eder.

               Vatanlarında ve toplumlarında zulme uğrayan, baskıyla karşı karşıya kalan ve göçe zorlanan peygamberler hicret eder. Kâfirlerin baskı ve şiddetlerinden Allaha iltica ederler. Bu nedenle hicret, Allaha iltica etmektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, “Allah ve peygambere hicret etmek için evinden çıkan” kimselerden bahseder. Onlara kâfirlerin zulüm ve fitnelerinden, baskı ve korkularından Allaha sığınırlar. Onun yoluna giderler. Hz. Musa da bunu yapar. Halkı Firavun ’un zulmünden kurtarmak için hicret eder. Hz. İbrahim Nemrut’un zulmünden Allaha sığınmak için hicret eder.

               Hz. Peygamber, Mekke’de her çeşit tehdit ve zulümle karşılaşır. Bütün Müslümanlar toplumdan tecrit edilir, zamanlarının en kötü muameleleriyle karşılaşırlar. Mekke müşrikleri, hayatı Müslümanlara zehir ederler. Her çeşit kara propaganda ile İslam’ı boğmanın peşindeler. Efendimiz için “şair”, “sihirbaz” ve hatta “deli” bile derler. Allah, “arzım geniştir” diye seslenir. Arz Allah’ındır. Müşrikler kim oluyor ki bu arzı Müslümanlara dar ediyorlar? Onlara yaşanmaz hale getiriyorlar.  Allah, dinini ve peygamberini yok etmek isteyen müşrik topluma karşı Müslümanlara bir yol işaret eder. Vatan, inancını yaşadığın yerdir. Bütün yeryüzü Allah’ındır. İslamiyet’in ve elçisinin varlığını koruduğu, inancını yaşadığı şehir “geniştir”, “sığınaktır”, “felahtır”. Hicret, Allah’ın ayetidir. İnancın ve imanın boğmaya çalışıldığı zaman da Allah’ın Müslümanlara sunduğu bir yoldur. Bu yola koyulur imanın öncüleri.  Evlerini, bağ ve bahçelerini, sürülerini, şehirlerini ve kabilelerini terk ederler. Bunları inançlarını özgürce yaşamak ve dinlerinin nurunu yarınlara taşımak için yaparlar. Hicret, burada gerektiğinde bütün dünyayı ret etme davranışıdır.

               Hicret, bir huruçtur. Kasvetten, bloke olmaktan, duvarlarla çevrilmekten, engellenmekten, tahakkümden, karanlıktan ve zulümden çıkıştır. Müslümanlar da hicret ile müşriklerin Mekke toplumundan huruç ederler. Teslim olmazlar kâfirlere. Bütün varlıklarını terk ederek huruç yaparlar. Bütün mallarını ve dünyalıklarını terk etme pahasına imanın özgürlüğüne koşarlar. Babasını, annesini, oğul ve avradını geride bırakırlar. Bu açıdan hicret yeni bir tarihtir, bir dönüşüm anıdır, bir var oluş durumudur, bir doğuştur. Nitekim Müslümanlar, hicret ile tarih sahnesine çıkarlar. Tarihe çıkışlarının başlangıcı hicret olur. Tarih, hicretle yeniden doğar. Yeni bir tarih doğar insanlığın şafağına. Nurla gelen bir tarihtir bu. Adaleti getiren bir tarihtir. Köle ve efendiyi aynı safta buluşturan ve eşit hale getiren bir tarihtir. Hz. Muhammed Mustafa’nın Cemiyeti Kamilini başlatan bir tarihtir. İslam takvimini, İslam zamanını ve İslam tarihini başlatan bir tarihtir. Hicri yıl, böyle başlar.

               “Sena tepelerinden ay doğdu üzerimize”. Hz. Muhammed, Medine’ye girer. Damların ve ağaçların tepesine çıkan Medineliler böyle seslenir.  Hz. Muhammed(sav), doğan aydır. Onunla Medine’ye gelen İslam nurdur. Allaha güneş, peygamberi ay! Ay, nuru sembolize eder. Bu nur, insanları aydınlatacak. Kızlar toprağa gömülmeyecek, kadınlar mülkiyet sahibi olacak, fakirler hor görülmeyecek, bütün müminler Allah’ın eşit kulları olarak görülecek. Medine toplumu, kabile savaşlarından, Yahudi tüccarların sömürüsünden, Evs ve Hazreçlilerin kavgalarından kurtulacak. Medinelilerin üzerine “ay doğdu”. Nur geldi, karanlık son buldu. Saadet asrı yaşadı insanlık. Asrı Saadet dendi buna. Cemiyet-i Kamilin bütün mefkureleri bu Nebevi Sitede ışıldadı.   

               Şehrin adına Medine-i Münevvere dendi. Medinelilerin “ay doğdu üzerimize” sözleri doğru çıktı. Aydınlanmış Medine doğdu. Allah’ın kelamı ve resulünün amelleriyle birlikte cahiliye toplumu gitmiş yerine Aydınlanmış Medine geldi. Evs ve Hazreç kardeş oldu. Muhacirler, yani hicret edenler Medineliler tarafından kardeş kabul edildi. Medineli Müslümanlar, Ensar oldu. Tarihte eşine rastlanmayan bir paylaşım görüldü. Aynı kandan, aynı soydan, aynı renkten ve aynı sınıftan gelmeyenler kardeş oldular. Ensar, muhacirlerle her şeyini paylaştı. Hatta birkaç hanımı olan bir sahabe, birisini boşayıp muhacir kardeşlerinden birisine vermeyi bile teklif etti! Tarla, bağ-bahçe, ev…Hepsini de kardeş gibi paylaştılar. Dünya tarihinde böyle bir paylaşım hareketine rastlandığı görülmüş değildir. Gönüllü olarak din kardeşine kucak açan ve onunla bütün dünyasını paylaşan bir bilinç, bir iman, bir aşk…İmanın aşkıdır bu. Allaha ve peygamberine olan aşkın tezahürü. İnanılan davaya olan aşkın tezahürü.

               Hicret, her medeniyet inşasının başlangıcıdır. Her medeniyet bir hicret ile doğar. Her cemiyeti kâmil hicret ile doğar. Allah’ın toplanma sıfatında iman aşkıyla buluşmanın temelinde hicret vardır. İslam da hicret ile beraber Cemiyeti Kamil haline geldi. Bir şehir medeniyeti oldu. Peygamber şehri, peygamber cemiyeti, peygamber medeniyeti…

Hicret, bir yok oluştan kurtuluş ve yeni bir var oluşta tezahür etme hareketidir. İslamiyet, Mekke’de yok olmayla yüz yüze gelirken hicret doğdu. Hicret tamamlanınca da Medine’de var oldu. Yeni bir şafak, yeni bir sabah, yeni bir gün, yeni bir bahar…On iki binlik bir şehirde, bütün insanlığın ve bütün geleceğin saadet toplumu inşa oldu.

Hicret, Müslüman bilincinde ve hayatında hep devam eder. İnancını yaşama ve imanını eyleme dönüştürme konusunda zulme uğradığı zamanlarda, imana vatan olacak “geniş arz” aranır. Balkanlarda ve Kafkaslarda bu yüzyılın başında bunlar yaşandı. Küffar, Müslüman topraklara hakim olunca ve imanları dışlanınca yeniden hicretler başladı. Namusunu korumak, dinini korumak, canını korumak için Müslümanlar Anadolu’ya hicret ettiler. Bu defa Medine Anadolu oldu! Payitaht İstanbul, Medine gibi imanın ve imanlıların sığınak yeri haline geldi. Darus-selam, Dersaadet oldu. Arnavutlar, Çerkezler, Gürcüler, Pomaklar, Boşnaklar…Bütün Müslüman unsurlar küffarın taarruzlarından dolayı hicret yoluna düştü. Onlar da evlerini, tarlalarını, bağ ve bahçelerini bıraktı. Payitaht, halife merkezi, darusselam Anadolu’ya sığındılar. Müslümanlar İmparatorluğunu kaybettiklerinden beri inançları ve çektikleri zulümlerden dolayı hicret yolundalar. Muhacir hale geliyorlar. Anadolu, onlara Ensar oluyor. Yaralarını sarıyor. Memleketini paylaşıyor. Münafıklar, bundan hoşlanmıyor. Fitne tohumları serpiyorlar etrafımıza. Ama payitahtı tutan biz Türkiyeli imanlılar, buna gelmeyeceğiz! Allah’ın “geniş arzı” olmak için mücadele edeceğiz. Hicreti yaşamak durumunda kalan iman ehlini kardeş bileceğiz!

Hicret, aynı zamanda şahsi bir davranış. Sufiler, içinde yaşadığı toplumun kötülüklerinden ve fitnelerinden uzak durmak ve kendi ruhlarını olgunlaştırmak için için yaşadığı yeri terk eylemesidir. Nice dervişler, bu hicreti yaşar. İnziva bu açıdan hicrettir. Yani kötülüğü terk, fitneyi terk, ihtirasları terk, dünyeviliği terk. Toprağı, şehri ve insanları terk etmeden de insan hicreti ruhunda da yaşayamaz mı? Ferdi hırslarımızı, bencilliklerimizi, efendilik arayışlarımızı, haksızlıklarımızı terk ederek Allaha iltica etmek! Şeytandan ve nefsi emareden Allaha yönelmek. Hicret, fert olarak insanı kamil olmaya toplum olarak da Cemiyeti Kamile doğru hareket etmektir.