Doğa toplumu ile medeni toplum arasında Türkiye: Zoraki Barış ve Zoraki Sözleşme
Doğa toplumu
Toplumların doğa durumu vahşet halidir. Burada kanun ve ahlak yoktur. Bunun yerine güç geçerlidir. Kaba güç kanun yerine geçer. Kaos, çatışma ve kavga hâkimdir. Kan ve savaş yaygındır. Hobbes, toplumların doğa durumunu etkileyici bir biçimde anlatır. Leviathan kitabının siyasi teorisi bu yaklaşıma dayanır. Tevrat’ta geçen canavarın adıdır Leviathan. Doğa durumundaki kaos ve savaş halinde düzeni sağlamak ejderha gücünü gerektirir. Güç, ejderhadır. Ejderha, istediğini kurban eder, istediğini yer, istediğine kükrer. Ejderha, gücün güç olarak varlığını simgeler. Kant, Fransız İhtilalinin toz dumanları içinde ebedi barış kavramını geliştirir. Ebedi barış üzerine kaleme aldığı meşhur makalesinde doğa durumu ve hukuk durumu ayırımını yapar. Doğa durumunda hukuk olmadığı için barış da yoktur. Vahşet, çatışma, tahakküm egemendir. Hukuk durumunda ise insanlar arası ilişkileri belirleyen hukuk kuralları vardır. Doğa durumunda toplumlar, doğal halleriyle bir anlaşmasızlık durumunu yaşarlar. Kant, adeta Fransız İhtilalini bir milat kabul eder. Öncesi kaos, çatışma, hukuksuzluk egemendir. İhtilal ile beraber medeni toplum düzeyine ulaşılır. Toplumsal sözleşme gerçekleşir.
Farabi, başka bir çağın ve başka bir kültürün düşünürü. O da doğa durumundan vahşet ve barbarlık diye bahseder. Doğa durumuna olumsuz bakar. Yırtıcı, vahşet ve kanın yaygınlığına dikkat çeker. Oradan çıktıkça insanın medeni varlık hale geleceğini söyler.
Allah, Âdemi yaratırken melekler “yeryüzünde kan dökecek birisini mi yaratacaksın” diyor. Aslında bu “kan dökücü insan” gerçeği, bir bakıma toplumların doğa durumuna tekabül eder. Doğa durumu, İslam düşüncesinde bedevi toplumla birleşir. Tamamen kabilecilik, avcılık, kan, savaş, kanunsuzluk ve cehalet yaygındır. Doğa toplumu, bedevi toplumdur. Avcılık özellikleri öne çıkar. El koymak, çalmak, kanunsuz davranmak, sınırları tanımamak gibi tutumlar öne çıkar. Yağmacılık yaygındır. Üretim, çalışmak, emek ve insani değerler yoktur. İbn Haldun, bedevi toplumda kabilelerin tahakküm, kıskançlık ve yağmalama için savaştıklarını söyler. Doğa toplum durumunu bedevi toplumuyla analiz eder.
Modern sosyoloji, vahşi ve barbar toplumları, hayatın başlangıcı olarak kabul eder. Bu doğa toplumlarının medeni aşamaya geçerek aşılabileceğini ileri sürer. Bu ilerlemeci toplum anlayışı üzerinde bütün klasik sosyologlar uzlaşır. Hepsi de toplumların önce barbar olduğu ve sonra da evrimleşerek medeni hale geldiklerini söyler. Marx da, Comte de, Spencer de böyle düşünür. Oysa her tarihi dönemde toplumların barbar ve vahşi biçimleriyle karşılaşabiliriz. En gelişmiş teknoloji ve en son zamanlarda yaşayan toplumlar içinde de barbarları görebiliriz. Antlaşmaya uymayan, barıştan yana davranmayan, el koyarak ve yağmalayarak hareket ederler. Sömürgecilik döneminde, Batı toplumları medeni aşamada yaşarken barbar toplum yöntemlerini de kullanmaktan uzak durmazlar. Bunu anlamak için 1600 tarihinde kurulan Britanya Doğu Hindistan Şirketi’nin faaliyetlerini gözlemlemek yeterlidir. Ancak yine de İngilizler, modern zamanlarda kendi içinde ( 1648) kolektif bir antlaşmayla medeni toplum haline gelmişlerdir. Fransızlar, son antlaşmalarını 1789 yılında ulaştıkları çeşitli antlaşmalarla gerçekleştirdiler.
Medeni Toplum
Doğa toplumu yanında bir de medeni toplum vardır. Medeni toplum, üretim ilişkileriyle tanımlanmanın ötesinde yine ahlakla ve hukukla tanımlanabilecek bir toplumdur. Medeni toplumda insanlar arası ilişkileri tamamen güç belirlemez. Kudreti elinde tutanlar ejderha değildir. Bunun yerine hukuk vardır. Toplum nomos temelinde yapılanır. İyi, güzel, doğru gibi değerler etkilidir. Adalet hâkimdir. İnsan varlığı ve onun güven içinde hayatını sürdürebilmesi adaletin teminatı altındadır. Toplum, adalet, ahlak ve bilgi temelinde biçimlenir.
Kant, ebedi barışı ararken medeni toplumun temel ilkelerini ve ruhunu bulmaya çalışır. Barış temelinde yapılanan toplumdur medeni toplum. Hukuk hali yaşanmaktadır. Oysa doğa toplumunda hukuk yoktur. Ona göre insanlar özgürlük, eşitlik ve sadakat ilkeleriyle birlikte barış toplumunu meydana getiriler. Elbette bu ilkeler, Fransız İhtilalinin gerçekleştiği tarihin havasını üzerinde taşır. Ancak belli bir evrensel gerçekliği de yansıtmaktadır. Aynı devletin çatısı altında yaşayan herkesin hukuk önünde eşit olması, sorumluluklar konusunda sadakat göstermesi ve itaat etmeme hakkını kullanması…İtaat etmeme hakkı, modern demokrasilerde(her ne kadar Kant demokrasiye karşı olsa da!) muhalefet etme ve özgür ifade ve temsil imkanlarına sahip olmaktır.
İslam düşüncesinde Medine, bir medeni toplum durumdur. İnsanların, kavimlerin, kadınların ve hayvanların hakları karşılıklı antlaşmalarla ortaya konulur. Hz. Muhammed, Medine’de medeni bir toplum kurdu. Herkes çeşitli normlarla, hak ve sorumluluklarla beraber ortak bir toplum içinde yaşamaya başladı. Kavimler, göçmenler, yerleşikler, inançlar beraber yaşadı. Site, kurallara dayanarak yönetildi.
Veda Hutbesi ve Medine Vesikası önemli antlaşma örnekleridir. Siyasal eşitlik ve insanın temel haklarının ruhu ve pratikleri sergilenmektedir. Köleler ve kadınlar, siyasal karar mekanizmalarına katılmakta( biat verme, rıza gösterme), kadınlar mülkiyet sahibi olmakta, grupların ve kişilerin hak ve sorumlulukları tanımlanmaktadır.
Doğa toplumunda ilişkiler tahakküm ve güç ilişkileri ile yürürken medeni toplumda antlaşmalarla yürür. Antlaşma esastır. Barış esastır. Çatışma ve savaş istisnaidir. Oysa doğa toplumunda savaş esastır. Güvenlik her zaman en önemli meseledir. Varlık ve yokluk meselesi etrafında çatışmalar hep devam eder. Bu nedenle güvenlikçi siyasetler yaygındır. Kılıç hâkimdir. Toplum da sık sık kutuplaşır. Varlığını tehdit altında hisseden gruplar arasındaki çatışmalar etrafında bu kutuplaşma sürer. Oysa medeni toplumda güvenlikçi siyaset yerine adalet siyaseti merkezdedir. Savaş yerine de barış felsefesi. Kant’ın ebedi barış tezi, mutlakıyetçe doğa toplum durumunun Batıdaki pratiğini aşmaya yönelik bir medeni toplum arayışıdır. Farabi’nin Medinetül Fazılası da yine bir medeni toplum teorisidir.
Doğa toplumu evrimci sosyal teorisyenlere göre ilkel toplumlarda ortaya çıkar. Locke de öyle der, Marx da, Rousseau da. Bu evrimci toplum anlayışı doğru değildir. Çünkü doğa toplumu her çağda ortaya çıkabilir. Dünyada medeni toplumun yanında da varlığını sürdüren bir toplumdur. Örneğin 17. ve 18. Yüzyıl Batı toplumu doğa toplumudur. Savaş, çatışma ve varlık sorunu merkezdedir. Hobbes, Leviathan’ı bu şartlar da yazar. Locke Devlet Üzerine İki Deneme’yi bu dönemde yayınlar. Locke’nin tolerans felsefesi, Kant’ın Ebedi barış teorisi ve Rousseaue’nin toplum sözleşmesi yaklaşımı medeni toplumu batıda tesis etmeye öncülük eden entelektüel girişimlerdir. Ancak Batı düzeni bugün doğa durumuna dönme emarelerini gösteriyor.
İki toplum arasındaki Türkiye: Zoraki barış ve zoraki sözleşme
Türkiye, yüzyıldır doğa toplum düzeni içinde. Toplumdaki insanlar ve toplumsal kesimler halen varlık sorununu yaşıyor. Güvenlikçi siyasetler ve darbeler çoğunlukla etkisini sürdürüyor. Kutuplaşma ve çatışma, savaş ve kaos döngüsü içinde dönüp dolaşıyor. Barış dönemleri, adalet ve hukuk dönemleri istisnaidir. Tahakkümle yürüyen bir “zoraki barış” hali sürmektedir. Darbeler, “zoraki barış” sistemini sürdürmeye yarayan müdahale pratikleridir. Askeri ve silahlı güçlerin önderliğinde yapılan darbelerle toplum “zoraki barış” içinde yeniden ikame edilir. Nitekim bütün anayasalar zoraki barışın “zoraki toplum sözleşmeleri” niteliğini taşır. Barış ve bunun üzerine inşa edilen medeni toplum durumu istisnaidir.
Bugün yine doğa toplum döneminden geçiyoruz. Toplum iki ana siyaset etrafında kutuplaşarak çatışma ve savaş halini yaşıyor. İki kutup da diğerini varlığına karşı tehdit görüyor. Darbeler ve olağanüstü dönemlerde kudret ejderha olarak tezahür ediyor. Adalet ve insan hakları bu dönemde küçümsenen, dalga geçilen, realizm karşısında önemsiz hale gelen ilkelere dönüşüyor insanların zihninde. Ya da hak, adalet ve hukuk, grupsal aidiyetlerle birleşerek evrensel anlam ve uygulama muhtevalarını kaybediyor. İnsan ilişkilerinde ahlak ve güzellik ilkeleri belirsizleşiyor. Güç, hiyerarşi, tahakküm boyutları önem kazanıyor. Toplum doğa durumu ve medeni durum arasında salınıp duruyor.
Türkiye, doğa toplumu ile medeni toplum arasında yaşadığı gelgitler içinde durdukça ne huzuru bulur ne de adaleti. Bu nedenle en temel meselemiz birbirimizi tehdit olarak gören pratiği aşan yeni bir toplum sözleşmesini inşa etmek. Kutuplaşma, çatışma, darbe ve güvenlikçi siyasetlerden çıkış yolunun başlangıcı budur.